3 Ocak 2008 Perşembe

Maskemle sev beni...



Daha önce de azıcık bahsettiğim Amerikalı meczup şair Delmore Schwartz’ın 1947 tarihli güncelerinden birinde, “Her sabah evden çıkarken yanıma almam gerekenler” başlıklı not şöyle:

1. Düşkırıklıklarım
2. Farkına vardığım hatalarım
3. Bugünkü sorumluluklarım
4. Ertelediğim beklentilerim
5. Bugünkü olası rastlantılarda itinayla kullanmak ya da bilerek gözardı etmek amacıyla, basiret duygum (prudence)...

Hemen hepimiz her sabah evden çıkarken bu beş şeyi olmasa bile, “sosyal maskemizi” mutlaka yanımıza alırız. Seyreden ve seyredilen hayatlar sürmenin doğal sonuçlarından biri olarak, kaldırabildiğimiz yere kadar gönüllü kişilik bölünmelerini sevmeye çalışıyoruz. Rekabete değil dayanışmaya dayanan oyunları öğrenmek için bir ömür bile yetmeyebiliyor:

Antik Yunan tiyatrosunda uzunca bir süre, koro önünde tek başlarına sahneye çıkan oyuncular ancak yüzlerine bir maske takarak başka birisini canlandırabilirlerdi, o maskeye de "persona" adı verilirdi. Ayrıca, bir edebiyat eseri kimin ağzından yazılmışsa, yani okuduğumuzda sesi ve imgesi gözümüzde canlanan "hikaye anlatıcı" her kimse, ona da persona deniliyordu (C. G. Jung bağlamında analitik psikolojideki hikayesine hiç girmiyorum; daha oturup Ingmar Bergman seyredeceğim ders çalışır gibi :) )...

İyi ki birileri çıkıp sağduyunun sesi koronun (ve haliyle maskelerin) önemini azaltmayı, sahneye birden fazla oyuncu çıkartmayı akıl etti de, tiyatro biraz daha benzeyebildi gerçek hayata...

Hayatı yöneten dinamikler hakkında normal insanların vasati kırk çöp bakış açısından daha çok şey bilmek, hiçbir şey yapmazsa bile en azından acı verir... Her gün birbirimize bin bir türlü hikayeler anlatarak yaşıyoruz ve sabah yüzüne bakacağımız insanın dün akşam söylediğimiz yalanlara inanmış olmasını dileyerek evden çıkıyoruz... Şimdilik son söz, bu toprakların meczup dervişi İsmet Özel’den gelsin:

“bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta”
...