29 Mart 2009 Pazar

İçgörü (insight) paylaşımı...

Kuşkusuz, dünyanın her yerinde yöneticiler data değil “içgörü / insight” isterler. Ama bilgiye dönüştürülmüş verilerin bir aşama daha evrilerek “içgörü / insight” haline getirilememesi de, sadece şirket içinde yaşanan bir durum değil. Örneğin belki bunun daha vahim bir versiyonu, o şirkete dışarıdan danışmanlık hizmeti verenlerin de “Rakamları sunarım, onlarla ne yapacağınıza karışmam” tavrını taşıması ve üstelik bunun doğal karşılanıp kabul görmesi... :) Bir “uzmanlık paylaşımı” ilişkisi tam anlamıyla yaşanamıyorsa, acaba o hizmeti talep eden yöneticiler, aslında dışarıdan “içgörü danışmanlığı” almaya ne kadar açıklar ya da “bilginin içgörüye dönüştürülmesi” konusunda kendileri ne kadar başarılılar?

Çünkü bazı orta kademe müdürler, bu tür proaktif “içgörü danışmanlığı” tekliflerine karşı refleks olarak “Benim işimi bana mı öğreteceksin!” tepkisi vererek, aslında kendi işini yeterince iyi yapmamakla eleştirilmek ihtimalinden korktuğunu gizleyebiliyor zaman zaman... :) Tabii ki, hizmet verdikleri müşterinin iş süreçlerini, rekabet dinamiklerini vb. sadece kulaktan dolma bilgilerle ve göz ucuyla takip eden birtakım “danışmanların”, nasıl uygulanacağı ya da kimin ne işine yarayacağı konusunda hiçbir fikirleri olmadan “somut eylem önerileri” yazmalarını da unutmamak lazım... :)

7 Mart 2009 Cumartesi

Bir zamanlar yazdığım güzel dergiler...




Cumhuriyet gazetesi Bilim-Teknik eki, 1988-89 ("Popular Science" ve "Bild der Wissenschaft" dergilerinden çeviriler yapardım Orhan Bursalı'ya)
Bilgisayar Dergisi 1989-90 (Dış haberlerden sorumlu çeviri editörüydüm... Tophane'de Boğazkesen Caddesi'nde bir ofiste, Ankara kökenli Ute Holding tarafından yayımlanan reklam ağırlıklı bir dergiydi. O günlerde tek rakibi de Sistem diye bir dergiydi)
Antrakt (sinema) 1993-94
Çalıntı (müzik) 1993-94
Deli (mizah) 1993
Garaj (müzik) 1993
Walkman (müzik) 1994
Express (haber, sol politika) 1994-99
Roll (müzik) 1996-99 (+ sesli dergi olarak, Roll'ün Açık Radyo'daki programı Fotosentez)

4 Mart 2009 Çarşamba

Semantik Web meselesi

NTV Bilim dergisinin ilk sayısındaki "Semantik Web Öldü" başlıklı şu yazı üzerine:

Yazıdaki ölüm ilanı tam olarak doğru değil, çünkü semantik web’in omurgasını oluşturacak güvenilir Metadata Veritabanı’nın sadece normal kullanıcılar tarafından oluşturulması ve sadece bugünkü gibi “düz metin” tag’lerden oluşması gibi bir beklenti yok zaten... İnsanların “tag” niyetiyle yazdıkları basit sözcüklerin hangi bağlamda kullanıldıkları bilinmeden tabii ki web’deki milyarlarca site ve o “tag” arasında anlamlı bir ilişki kurulamaz. Ama bunun gelecekteki çözüm yolu, tag’lerin evrim geçirerek object’lere dönüşmesiyle mümkün olabilir ve böylece “yeni nesil” tag’ler dünyadaki herkes tarafından aynı bağlamda aynı anlamda anlaşılan “yeni nesil” link’lere dönüşebilir... Örneğin, şuradaki “Wikipedia ve onun RDF versiyonu olan DBpedia arasındaki karşılaştırma”, bunu açıklıyor...

Reklamda "political correctness"

Turkcell'in "Erzurum çağrı merkezi" reklamı hakkında, Friendfeed'deki şu tartışma üzerine:

Bir reklamdan nereye kadar “political correctness” bekleyebiliriz, onu tartışmak lazım belki de: Reklam hakkında çoğunluğun ortak algısı pozitif yöndeyse, azınlığın eleştirel algısı göze alınabilir bir risk düzeyidir bence... Erzurum örneğinde olduğu gibi, sermayenin çıkarları ile halkın çıkarları arasında mümkün olan en inandırıcı “win-win” ortak zemini bulmak ve her iki tarafı da “ötekileştirmeden” bunu hikayelendirmek, zaten herkesi aynı derecede tatmin etmesi mümkün olmayan ve tamamen “algıda seçicilik” üzerine kurulu bir iletişim problemi... Türkiye’nin tamamını hedefleyen bir pazarlama iletişimi stratejisi, ortalama insanın “derine inmeyen” anlık duygularına ve “derine inmeyen” anlık muhakemesine hitap eden kolay benimsenebilir mesajlar vermekten daha fazlasını yapmak zorunda değildir:

Çünkü “ötekileştirme algısı” yaratmayacak düzeyde “yeterince” iyi niyetli ve “yeterince” etik bir hikaye beklenmektedir sizden... Unutmayalım, seyircilerin çoğunluğu reklamları ders çalışır gibi derin düşünerek ya da kavramsal analiz yaparak izlemezler... Birkaç yıl öncesinden başka bir örnek: “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünün doğruluğuna inanın ya da inanmayın, ama o sözün reklam diline tercüme edilmiş hali olan Cola Turka lansmanını hatırlayın ve o kampanyanın dayandırıldığı “pozitif milliyetçilik” isimli çakma ideolojiyi “siyaseten doğruculuk” açısından ne kadar ciddiye alabileceğinizi düşünün... :)