31 Ocak 2007 Çarşamba

Uykusuzluk...


Herkes aynı dünyaya uyansa da, uyku herkesi kendine ait bir dünyaya götürür...

30 Ocak 2007 Salı

Kan Uyku...

zor seçim...

bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
bir de bu terli karanlık
sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum
nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
sarı toprakdan testileri güneşte pişiriyorlar

bir korkuyorum yanlız kalmaktan bir korkuyorum
gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum

sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
kısrakları birden yavrulamış
havaları birden güneşli

kadınlarla yattığım yetse ya
bir de kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor

hoşlanmıyorum


- Turgut Uyar -

29 Ocak 2007 Pazartesi

Gregory Bateson ve Schismogenesis...


Gregory Bateson’ın 1959 tarihli "Minimal Requirements for A Theory of Schizophrenia" isimli yazısında ortaya attığı, “ayrılarak yeniden doğmak” anlamına gelen bir terim “schismogenesis”... Bir ilişkide muhattabımızı bizden uzaklaştıran feedback’ler vermeyi, kapsama alanı sistematik biçimde genişleyen bir spirali andıran bilinçli davranışlarla sürdürerek, kendimize nefes alabileceğimiz yeni bir yaşam alanı açmak çabasını anlatır...
Örneğin birisine bağlanmaktan korkan kişi ile terk edilmekten korkan muhattabı arasındaki klasik trajik ilişki, schismogenesis’in yaşanabileceği elverişli bir zemindir: Tarafların birbirlerine yakınlaşmak için yapacakları her hareket, bir içine kapanma ve panik atakla cevaplanır... Fakat “ters işleyen schismogenesis” ise, tarafların birbirine sırılsıklam aşık olmasıyla sonuçlanır...


Labunyaca...

Travestilerin güvenlik amacıyla icat ettikleri ve kendi aralarında konuşurken kullandıkları özel bir dil bu... Ayrıca İstanbul'un çeşitli semtlerinde, "bıçkın kenar mahalle delikanlısı" tabir edilen bazı erkekler de, yabancı birisinin yanındayken ya da poliste nezarethanedeyken, kendi aralarında bu dili kullanırlar... Yaklaşık 400 - 500 kelimeden oluştuğu tahmin edilen Labunyaca’da gizlilik esastır: Sözcüklerin büyük çoğunluğu hiçbir kaynağa dayanmaz, yani kafadan uydurulmuştur. Öte yandan az sayıda Romanca (Çingenece) sözcük de içeriyor...

28 Ocak 2007 Pazar

Önyargı...


Bir bakışta gözlerinle anında hüküm verdiğin bir insanı yargısız infazla dışlayıp yok saymak, en yaygın refleks şu anda: "Dillerini" anlayamadığımız insanları küçümsüyor ve harcıyoruz! Kapalı sistemin rehaveti, yeni iletişimler kurmamızı sağlayacak risk alma cesaretimizi alt ediyor... Merak duygusu, hepimiz tarafından üvey evlat muamelesine mahkum ediliyor...
Bu ülkede haksızlığa uğramışlık duygusu ve "kurban kültürü" çok yaygın. Bu yüzden de, adaletin tecellisi ve haksızlığın giderilmesi ihtimali, neredeyse piyangoda büyük ikramiyenin çıkması umuduna dönüşüyor. Herkes birbirini şikayet ediyor, ihbar ediyor ya da imkanı varsa cezasını kendisi veriyor. Az kötüyse, adalet dağıtma işini kendi üzerine aldığı için, çok kötüyse de "Ya tutturursam!?" mantığıyla davrandığı için, kendi yenilmişliklerinin / başarısızlıklarının / art niyetlerinin bedelini başkasına yıkmak için fırsat kolluyorlar...

Konsantrasyon...

Kitap okumak, insanı tek başına bir sessizliğe gömer. İnsan kendini bulur: Batılı anlamda "birey" böyle doğar...

Etkileşim Tasarımı...


"Cultural and Social Aspects of Interaction Design & Information Architecture" meselesi üzerine mesai harcayacak herkesin İtalya'daki Ivrea Institute'dan haberdar olması gerektiğine inanıyorum...
Kısaca özetlemek gerekirse, Ivrea iyi işleyen bir etkileşim modeli tasarlamanın zorlukları üzerine diyor ki:

1)Dilini anlayamadığımız her şeye ve herkese önce mesafeyle bakıp sonra da umursamamak gibi bir içgüdü geliştirmiş olanların da bunda kabahati yok değil tabii ki.Normal insanlar olarak, birçok tasarlanmış ürünle iletişim ve etkileşim kuramıyoruz.

2)Kullanım değeri ve mesaj değeri:Geleneksel endüstriyel tasarım, bir ürünün işlevselliğiyle ve bir eşya olarak taşıdığı görünümle uğraşır: Etkileşim tasarımının ise daha başka noktalara da vurgu yapması kaçınılmaz:

Söz konusu tasarım ürünüyle birlikte yaşadığımız deneyimlerin ve “paylaşacağımız davranışların”, gündelik hayatımızın kalitesini artırabilir olmaları gerekir.
Hayatımızı kolaylaştıran, hayatımızın kalitesini artıran ve hayatımızı biraz daha anlamlandıran bir iletişim deneyimi yaşamak, etkileşim için iyi bir tanım.Bunlar da bizi yeni bir estetik anlayışına götürüyor: Yani tasarımın adab-ı muaşeretine: Görünümün olduğu kadar, kullanımın ve yaşanılan deneyimin de belirleyici olduğu yeni bir tasarım estetiği…

Hayat ne tuhaf, vapurlar filan...:) Eylül 2001'de YKY Sanat Dünyamız dergisinin internet özel sayısına yazdığım "Dondurulmuş Konuşma" makalesi vardı tabii ki, "Bilgi Mimarisi ve İnternette Etkileşim Tasarımı" hakkında derli toplu yazdığım ilk yazıdır...

Object of Desire...

J. P. Sartre'ın "being and nothingness"da anlattığı bir "utanç tanımı" üzerine düşünüyorum kaç zamandır: "nesneye dönüşmenin utancı"...

"Belediye bahçesinde, kestane ağaçlarının uzandığı yoldan, ortasında bir heykelin yükseldiği yeşil bir çimenliği seyretmekteyim. Bunların tümü benim için varlar. Ama bakıyorum, başka biri gelip orada duruyor ve beni de içine alan bir görünümü göz altına alıyor. Benim için gerçek dünya olan benim tasarımım, hemen çözülüp dağılıyor ve bu çözülmeden doğan öğeler, yeni gelenin çevresinde dolanıp birleşiyor: şimdi artık ne varsa, hepsi onun için var, bu nesnelerin tümü de benim görmeme olanak bulunmayan yüzlerini bir başkasına göstermekteler. Bir başkasının malı olmak için dünya beni tepip gitmekte...

Ne var ki, başkası dünyayı benden ayırıp götürmekle de kalmaz, benim gerçek benliğimi, yani olmayı aklımdan geçirdiğim varlığı da rüzgara katıp götürür. İlkin, beni yargılar ve hakkımda bir fikir edinir. Elbette bunu benim düşündüklerime göre değil, bedenime, o anki durumuma ya da daha çok geçmişime göre yapar. Başkası için ben, ne ise ya da o zamana kadar ne oldu ise ancak o olan bir "kendinde"ye indirgenirim. Çünkü onun benim hakkımda edindiği fikirde, benim olmak istediğim şey, ki bu benim varlığımı oluşturur, kesinlikle göz önünde tutulmaz. Üstelik eğer ben kendimi savunmaya geçmezsem, o ne olmamı isterse o olurum. Bakışı beni sarar sarmalar ve özne olan benden bir nesne, bir araç yaratır; kendisine bakan herkesi taşa çevirme gücünü taşıyan gorgone gibi. Onun çevresinde, tasarılarının gereçleri ya da engelleri gibi dizilip örülen, sadece çimenlik, heykel, bank ya da duvar değil. Ben de kendimi nesneler arasında yerini almış, başkalarının ereklerini gerçekleştirmek yolunda bir araç ya da bir engele dönüşmüş olarak görürüm:

İşte buradan bir utanç doğar. Bir nesne olmanın, yani başkası için bağlanmış ve katılaşmış, değerini yitirmiş bir varlıkta kendimi tanımanın duygusudur bu...
Utanç, şu ya da bu yanılgıya düşmüş olma durumunun ve olduğum şeyi olabilmek için başkasının düşüncesine gereksinme duymam olgusunun verdiği kendine özgü bir düşüş duygusudur."...

Punishing Kiss...


No one is worried about something he is not aware of. Voluntary exile and living with rituals. Denial of mutual progresses… (Delmore Schwarz) Why and how does one direct cerebral violence against him? Deserved arrogance versus malevolence?.. Coexistence of driving and restraining forces shapes the nature of any change. (Kurt Lewin) Temporary equilibrium between contrary bodies can be utilized... Where does the benevolent power of my hazards come from?.. To what extent am I supposed to rely on unpredictable similarities?.. At least, the fear of death is a lack of imagination. That seems to be the phrase I was seeking for a while: Imbalanced Improvement. A tool to stake my claim how shallowly things are perceived... Take me away from generous promises never meaning to keep.. I think I am one of those geeky creeps who sees his future in examining the cognitive chaos and one-person crowds in flux. Now I listen to Ute Lemper's album "Punishing Kiss". Great tunes that help my voidness.

17 Ocak 2007 Çarşamba

No Lady Godiva...


12 yıl önce Kaş'ta bir söğüt gölgesi altında oturup da, sevgili Hilmi Tezgör'den ödünç aldığım "American Verse" kitabından çevirerek, Metin Celal vasıtasıyla Varlık dergisine gönderdiğim o güzel Bukowski şiiri, yeniden çıktı karşıma bugün...