24 Ekim 2007 Çarşamba

Şems ve Mevlana...

İsminin anlamı Farsça’da "gökyüzünde parlayan ışık" demek olan Şems, 1247 yılında ortadan kayboldu, bir daha da geri dönmedi. Sevdiğini yitiren Celaleddin Rumi şiir yazmaya başladı. Otuz bin dizeyle Şems’e duyduğu sevgiyi anlattı...

Sonunda "kendi içinde bulduğu Şems, ay gibi ışık saçmaya" başladı. Celaleddin Rumi, sevgisiyle o kadar özdeşleşti ki, bazı şiirlerini Şems diye imzalar oldu. Shakespeare’den üç yüz yıl önce, şiirin kendi içinde bir müziği olduğunu keşfetti, yine Şems sayesinde…

Şems onu terk ettikten sonra, onunla birlikte gezerken yanından geçtiği kuyumcu ustalarının çekiç seslerini, gördükleri su değirmenlerinin seslerini, dinledikleri ney ve davulun seslerini şiire aktardı. İçinde tek başina kaldiği çöllerde en güzel su hayalini Şems’in içtiğine inandı…

Şems’in ay ışığında altın gibi parlayan iyi niyetli bir zehirli yılan sessizliğiyle kayıp gittiğini düşündü. Ve Mevlana sonunda dayanamadı, kendi vücudunu bir enstrümana dönüştürdü, ruhunun müziğiyle şiir söylerken dönerek dans etmeye başladı.

Şems’in kendisini neden terk ettiğini anlayamadan, gözleri açık öldü…

İlişkileri aidiyetten kurtarmak...

Gündelik hayattaki çelişkilerin gün geçtikçe keskinleşmesi, verili koşullarda hem sosyal hem de mutlu olmanın giderek zorlaşması, insanları kendileri gibi olmayanları dışlamaya ve “mevcut aidiyetleri çerçevesinde” mutluluk arayışlarına yöneltiyor:

Bizim gibi olmayanları dışlayarak, kendi meşrebimizce adalet dağıtmaya başlıyoruz...

Oysa başkalarına yöneltilen şiddet, sistemin doğasından gelen eşitsizlik ve yoksunlukların sorumluluğunu başka kurbanlara ödetme çabası galiba...

Farklılıkların paylaşılmasının getireceği yeni ödevlerden korkan insan, biraz dinginlik uğruna, biraz da kibrine yenilerek, kendini tekrarlamak istiyor...

Çünkü “sorumluluğu üstlenilen” yeni bilgi, beraberinde acıyı da getiriyor: Başkalarına dair farkına vardığınız verileri, samimi hukuku ve ahlakı olan bilgilere dönüştürdükçe daha çok acı çeker, bireysel aydınlanma için ödenmesi gereken bedellerle tanışırsınız...

Hayatı farklı deneyimlerle zenginleştirmenin yolu, edinilen bilginin sorumluluğunu da üstlenmekten geçer.

Gündelik mesaj ve haber bombardımanı arttıkça, umut bağladığımız vaatler sahiciliğini yitirir, popüler ama sahte gündemlerin hareket alanı genişler, totalitarizme tapınmaktan ya da omurgasızlığa (ahlakı reddeden nihilizm) kadar varılabilir...

Eskiden, aidiyet duyduğumuz vaatler geleceğe ya da öbür dünyaya ertelenirdi. Şimdi “yapıyormuş gibi olmak”, vaadin hiçbir zaman tutulmayacak olmasını gizliyor...

Mahremiyet ve mahrumiyet ilişkisi...

Ellerinden şimdilik ancak bu kadarı geldiği için, bir yandan rutine bağlanmış hayatlar yaşarken, öte yandan da talihsizliklerinin ciddiye alınmasını istemek cesaretini gösterebilen insanların "merak ve heyecan ve samimiyet" konusundaki modern çaresizliğinin fotoğrafını çekmek...

"Güçlü insanlar anlaşılmaz şeyler yaparlar": Mutsuz sevişme denemeleri ve ciddi iletişimsizlik sahneleriyle dolu hayatlar yaşayan insanların, henüz tam adını koyamadıkları bir umutla sürdürdükleri samimi, ama bir o kadar da tehlikeli bir mücadeleyi anlatıyor…

Bilinçli hayatlarımızın akışını, dile getirilebilen ve arkasında durulabilen istekler yönetiyorsa eğer, mahrumiyetlerimizle mücadele edebilmenin bir yolu da, normal koşullarda kendimizden beklemeyeceğimiz bir "zamane korsanı" cesaretiyle, mahremiyet duvarlarımızı tanımadığımız insanlarla bile tartışmaya başlayabilmektir belki de…

Bazen gülümseyerek "kendimden beklemezdim bunu" diyebilmek lazım... Ne de olsa, yanılmış olmaya değen yanılgılar güzeldir...

On Emir'den birkaçı...

Yaklaşık 3000 yıl önce yazıldığına inanılan, Tevrat - çıkış (exodus) / bap 20'de yer alan ve tanrı'nın musa'ya hitaben dile getirdiği kurallar...

3- karşımda başka ilahların olmayacak.
4- kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
7- allah'ın rab'in ismini boş yere ağıza almayacaksın.
8- sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın.
9- altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün allah'ın rab'e sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız.
11- çünkü rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.
12- babana ve anana hürmet edeceksin.
13- katletmeyeceksin.
14- zina etmeyeceksin.
15- çalmayacaksın.
16- komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin.
17- komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin...

Çizgi roman koleksiyonu yapmak...

Bu koleksiyoncuların bir alt-grubu, yalnızca "anti kahraman"ların çizgiromanlarını biriktirirler: "esse gesse", "dc comics" ve "marvel comics"in çelik blek, tommiks, kızılmaske ya da superman, batman vs. gibi, hemen her durumda "kazanan"ı oynayan, erdem ve ahlak abidesi "kahraman"larına biraz mesafeli dururlar...

Anti kahraman deyince corto maltese, ken parker, mister no, teks, büyülü rüzgar ilk akla gelenler...

Corto'nun "bu hayatta kimseye verilecek hesabım yok. Korktum ve ölmemek için kaçtım" demesi, ken parker'ın kamp kurduğu gecelerde ateşin başında edgar allen poe okuması, mister no'nun "şehir kaçkını flaneur" karakteri, teks'in gözükara idealistliği, bazı koleksiyonerlerin aklını başından alır...

Tabii ki ele aldıkları konu itibariyle martin mystere ve dylan dog'un da özel bir ilgiyi hak ettiklerini belirtmek lazım... En azından senaryo yazarlarının edebiyat, sanat ve antropoloji konusunda ince ince araştırmalar yapıyor olmaları bile yeterli bir cazibe unsuru...

Yıllar önce elimizden düşmeyen "atlara fısıldayan adam" jeriko ya da incil'den fırlamış katil ruhlu dedektif judas da kuşkusuz unutulmazlar arasındadır...

Siyasi karar...

Bu dünyada insanı belirli bir süre için güçlü kılan en önemli yeteneklerden birisi, karar verebilmek ve onu uygulamak ve hemen ardından sonuçlara bakarak yeni kararlar verebilmek iradesidir... Çünkü hayata kararlı biçimde müdahale eden bir insanın önünde, en azılı düşmanları bile en azından kısa bir süre için suskun kalırlar...

Kimin nerede nasıl yaşayacağına, nasıl bir hayata layık olacağına ve nasıl öleceğine karar verenlerin kim olacağı, fena halde değişkendir...

Gündelik hayatın akışı içerisinde, önceki kararlarımıza dayanarak "haklı ve yerinde bulduğumuz" sebepler yüzünden, “gerektiğinde” birilerini öldürmeyi ve “gerekiyorsa” ölmeyi bile hepimizin onayladığı en güçlü irade biçimi olan "siyaset yapmak" da tam bu noktada devreye girer işte...

Bir zamanların karar vericileri, işte o bir milyon hesap kitabın dışında kalan ve kontrol edemedikleri birtakım parametreler yüzünden, farkında olmadan bizzat kendilerinin de nasıl öleceklerine karar verirler...

Siyasetin gerektirdiği şeyler gerçekleşir ve hepimiz suskun kalırız...

2 Ekim 2007 Salı

Marketing to Muslim Consumers in Turkey...



Until recently, many multinational companies have chosen not to segment the market on the basis of religion. However, recent developments such as McDonalds starting to sell halal chicken in one of its London restaurants and IKEA offering Muslim employees in the USA IKEA-branded hijabs suggest that this situation might be changing.

The worldwide Muslim population is around 1-1.5 billion, we can only make an estimate on this figure as some countries don’t keep a record of religious affiliations. This is approximately one fifth of the world’s population, a significant market with specific needs that marketers can’t afford to ignore. However, even within the Muslim population, there are differences in preference due to nationality, social class and the degree to which the faith is followed.

Turkey a country of contrasts
An interesting country to look at when considering marketing to the Muslim consumer is Turkey, a secular country yet predominantly Muslim country (98 percent of the population are Muslim). As a European Union candidate country, Turkey is currently going through a period of immense reform and economic growth. This is causing some interesting effects in daily economic life and consumption habits.

A situation that recently caused a great deal of discussion in the Turkish media was the case of a dinner held by the Minister for Internal Affairs, a devout Muslim. At the end of the meal, the Minister was furious to discover that wine, which is forbidden, was used in the preparation of his meal. However, the furore and debate that this caused in the media is all the more interesting when you consider that the consumption of alcoholic drinks in Turkish out-of-home venues grew by 35 percent during the first half of 2007.

According to a TGI Turkey 2006 report, 48 percent of Turkish people said that they definitely agree with the statement "Religion plays an important part in my life". In another survey conducted for the BBC* 91 percent of Turks interviewed said "We are religious people". However, 85 percent believe that someone who does not pray or practice Islamic rules in their daily life can still be a Muslim.

Conservative but conspicuous
Whilst Turkish culture is undergoing a period of intense and exciting change, there is a tension between global capitalism, democratic humanitarian values and Islamic principles as the nation attempts to determine its role in the international arena.

As certain segments within the politically active and religious sections of the Turkish population become wealthier, an Islamist “merchant class” with conservative values and a taste for conspicuous consumption has begun to emerge. One sign of this is an increased interest in fashion, especially amongst upper-class, urban, well-educated, young Muslim women. Islamic clothing stores, fashion shows, fitness and beauty centers have become commonplace across Turkey as the market attempts to capitalize on this new opportunity.

In the last two decades, this emerging urban Islamic consumption behavior, in part opposing and in part imitating secular consumption practices, has resulted in some interesting new developments. One example is the new five star Islamic summer resorts which offer alternative vacations to religiously sensitive upper and middle classes. On these faithful, but expensive beaches, men and women swim in separate sections, the women wearing a "haşema" — a fully covering overcoat and swimsuit.

The demand for Western goods
Although religiously sensitive members of the upper and middle Turkish classes appear to be rejecting modern Western ideas in the name of traditional values, they are still willing to spend money on Western lifestyle goods. As well as tuning into Islamic radio and TV channels, they also watch CNN and MTV, wear jeans, drink Coke, rely on modern technology and are embedded in global political and economic relations.

It might have been expected that, as people move from rural areas to urban centers, their consumption habits would change, becoming more receptive to Western consumerism. However, this has not been the case in Turkey. Strong religious networks provide support to the new migrants and heavily influence their lifestyle and consumption habits, with local leaders of the groups often suggesting where they should shop.

The new merchant class in Turkey is, for the moment, relatively small and so the majority of Muslim consumers can only pursue a modest and traditional lifestyle. The lower-class, less-educated Muslim consumers intrinsically tend to reject European and American brands, instead preferring to consume Islamic-related equivalents, for example they buy Cola Turka rather than Coca-Cola.

Conclusion
It is clear from briefly considering the differences amongst Muslims in Turkey that the Muslim consumer here is not a homogeneous grouping. Although there are many different sects in Islam, Muslims share certain similar preferences which should be taken into account when positioning goods and services. As many of the countries that are currently forecast to experience significant economic growth have a substantial Muslim population, it is essential that marketers consider these preferences rather than risk alienating a potentially valuable market.


Original article is available here...