Berlin 1967. Öğrenciler ve bürokratlar arasında ilk çatışmalar yaşanmaktadır. Benno Ohnesorg adlı öğrencinin 2 Haziran 1967'de Öldürülmesinin ardından öğrenci ayaklanması sokağa taşar; çok zaman geçmeden de tüm Almanya'da sol içerikli bir protesto hareketine dönüşür. Bu oluşuma yol açacak tüm politik, sosyolojik ve psikolojik nedenler fazlasıyla mevcuttur ülkede. Kendilerini devrimci olarak nitelendiren genç protestocular sokak gösterileri sırasında "Ho-ho-ho-chi-minh" ve "Make love, not war" pankartları taşımaktadırlar. Tepeden tırnağa silahlı polisler de bu gösterilere sık sık coplarıyla ve tazyikli sularla eşlik ederler. Genç müzisyenler bu politik çatışma ortamının fiilen içinde değillerdir gerçi; fakat tüm gelişmeleri yakından izlemektedirler ve protestocularla fikir birliği içindedirler. Batı dünyasındaki birçok genç gibi onlar da ABD'nin Vietnam'da ve Güney Amerika'da oynadığı emperyalist oyunlara karşı şiddetle tavır alıyorlardı. Dahil oldukları kuşağın modern Almanya gerçekliğindeki rolü üzerine kendi fikirlerini açıkça ifade etmek istiyorlardı. Uluslararası birliklerden ayrılmayı, ülke ve birey olarak zincirlerini kırmayı istiyorlardı. Kendilerini oluşmakta olan parlamento dışı muhalefetin bir parçası sayıyorlardı.
Müzikleri de açılan bu çığırda ilerlerdi.
Tangerine Dream grubunun lideri Edgar Froese'nin söylediğine göre; o dönemdeki Berlinli genç protestocu müzisyenler "Batı yakasındaki" meslektaşları Mothers of Invention, Grateful Dead ve Jeferson Airplane'den etkileniyorlardı. 60'lı yılların başında İngiliz ve Amerikan hitlerini aynen söyleyip "psychedelic rock" yaparak işe başladılar. 60'lıların ortasına gelindiğinde örnek aldıkları Amerikalı grupların da etkisiyle, kendi özgün bestelerini yapmak için çalışmaya başladılar. Birkaç yıl sonra yeni ses ve ifade olanakları arayışına kalkışıp, yoğun biçimde elektronik müzikle uğraşmaya başladılar. Bu yolda en büyük ilham kaynakları Pink Floyd'du.
1966'da Berlin'de kurulan Tangerine Dream grubu "... nefret , saldırganlık ve umutsuzluktan arınıp, dinleyiciye sevinç ve umut verecek güzel bir müzik üretmek" amacını taşıyordu. Bu müzik insanlara "masumiyet erdemini yeniden kazandıracak ve kozmik harmoniye" sahip olacaktı.
Grubun lideri Edgar Froese içinde bulundukları durumu şöyle anlatıyor: "Berlin daima diğer şehirlerden çok farklı bir konuma sahip olmuştur. Her şeyden önce, izole edilmiş olmasıyla farklı bir kenttir Berlin. Bir pazar günü arabanıza atlayıp saatlerce yol alarak insanlara, doğaya bakmak, size ilginç gelen şeyleri seyretmek bir Berlinli için mümkün değildir. Burada insanlara verili olarak ne sunulursa, onunla yetinmek zorundasınızdır. Bunların da çok fazla miktarda olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu kentte bu anlamda sınırları aşmak zor olduğundan, müzik serbestçe gelişebileceği başka bir rota buldu kendisine; yukarı çıktı. Berlin'de kozmik müzik gelişti böylece!"
Tangerine Dream grubu 1967 Ocak ayında Berlin'de ilk kez sahneye çıktığında davul, elektrogitar, bas gitar ve elektrokemandan oluşan dört kişilik bir kadroya sahipti. "Başkalarının yaptığı şeyi aynen taklit edip,
onursuz biçimde insanlara sunmaktan bıkmıştık. Bir çıkış yolu arıyorduk; Berlin'e özgü koşullar imdadımıza yetişti. O sıralarda Berlin'de oldukça yüksek bir sosyal tansiyon vardı. Özgür olmak, bağlardan kurtulmak ve özgürce kendini ifade etmek, sokaklardaki pankartlara yazılan sözlerdi. Amerika'daki gruplar da yaptıkları şarkılarla bizim bilinçaltımızda olgunlaşmış olan fikirlerin açığa çıkmasına katkıda bulunuyordu." diyor Froese.
Buna paralel olarak yeni enstrümanların ve teknolojinin devreye girmesiyle de müzikte ilerici bir bilinç değişimi yaşanıyordu. O dönemde Tangerine Dream elemanlarının en önemli amacı, dinleyicilerin müzik bilincini değiştirmekti. Dinleyicide bilinen bir reaksiyonu canlandırmak için bir saat boyunca 4/4 ölçüyle çalmak yerine, farklı tını çeşitlemeleriyle dinleyicinin farklı tepkilerine ulaşmak istiyordu Froese. Grup üyeleri, yaptıkları müziğin dinleyicilerle bireysel bazda, bire bir ilişki kurmasını sağlamaya çalıştılar. Çaldıkları müziği birbirine bağlantılı, akıcı geçişlerle sürdürmeye, beklenmedik, keskin tema
değişikliklerinden kaçınmaya özen gösterdiler.
Bu "yeni" ve zor işi yapabilmek için mellotrone, üç tane VC-3 synthesizer, bir org, bir elektropiyano ve bir gitar kullandılar.
Tangerine Dream'in bu "bilinç açıcı" müziği geliştirmesinde ses teknikleri konusunda uzman bir elektronikçinin büyük yardımları oldu. Thomas Kessler adlı bu teknisyen, Berlin Senatosu tarafından finanse edilen yarı-profesyonel bir müzik stüdyosuna sahipti. "O'nunla tanışana kadar biz geleneksel rock müzik yapıyorduk. Doğaçlama elektronik müziğe ilk adımlarımızı O'nun stüdyosunda attık." diyor Froese.
1970 yılında Froese üç kişilik bir yeni yapılanma oluşturarak ilk albümü "Electronic Mediation"ı yaptı. Froese'nin yanında çello, flüt ve elektronik donanımdan sorumlu Conny Schnitzler ile davulda Klaus Schulze vardı.
Edgar Froese, Klaus Schulze gibi birçok müzisyen, o zamana değin kullanılagelen enstrümanları bir kenara bırakıp, sitar ve tabla gibi egzotik çalgılara yöneldiler. Modern enstrümanlardan da synthesizer ve mellotrone'a çalışmalarında yer vermeye başladılar. Bu yenilik, müzisyenlerin Uzakdoğu kökenli sağaltma öğretilerine, bilimkurguya ve gelecek bilimlerine duydukları ilginin gelişmesiyle paralel gitti. Aslında müziğe bir gitarist olarak başlamış olan Edgar Froese, bu enstrümanın sınırlarını geliştirmek için de çalışmaya başladı. Fuzz Box ve Wah Wah pedalı gibi çeşitli aygıtların yardımıyla, sesin karakteristiğini bozmadan elektrogitarın olanaklarını artırmayı denedi.
Yetmişli yılların başında konjonktürdeki değişimlere paralel olarak, müzisyenler de politik temalardan uzaklaşıp, yeni kanallarda akmaya başladılar. Bu arada müzik endüstrisi bağlamında önemli gelişmeler yaşanmış ve birçok Berlinli grup, plak firmalarıyla anlaşmalarını imzalamıştı. Plakların satışını arttırmak için çok sayıda turneler düzenlemeye koyuldular. Artık Berlin'de daha az çalar olmuşlardı.
70'li yılların sonunda Tangerine Dream, Fransa'da en popüler grup durumundaydı. 1975'de Orange kentinde Fransa'nın en önemli rock festivalinde 20 bin izleyicinin önüne çıktılar. Ayrıca Fransız Komünist Partisi tarafından düzenlenen "Fete de I'humanite" organizasyonunda tam 400 bin izleyiciye seslendiler. Bu konser sayesinde her Tangerine Dream albümü 100 bin satar olmuştu.
O yıllarda Tangerine Dream ve Pink Floyd gibi gruplar yalnızca albümleri en çok satan değil, en bilinçli dinleyiciye de sahip gruplar olarak adlandırılıyordu. Froese, Fransız müzik dinleyicisi hakkında şunları söylüyor: "Sanırım Fransızlar, Almanlardan daha eleştirel bakabiliyorlar ve müzik üzerine düşünmeye daha eğilimliler. Belki de bunun nedeni, Fransa'da müzikle dinleyici arasında direkt bir canlı ilişki bulunmasıdır.
Oysa Almanya'da her şey ikinci eldir ve konserveden sunulur. Almanya'da on yıl boyunca ağırlıklı olarak Amerikan ve İngiliz müziğinin ithal edildiği de unutulmamalı. Ayrıca müzisyenlerin Alman toplumunda pek bir ağırlıkları da yok. Kimse onlarla plak sözleşmesi imzalamıyor veya desteklemiyor. Bir konser salonu tıka basa dolu olduğunda bakıyorsunuz üçüncü sınıf bir ingiliz grubu sahne alıyor!"
Alman rock gruplarının dış ülkelerdeki başarısının önemli bir nedeni daha var. Başta Tangerine Dream olmak üzere 70'li yılların ortalarında Alman menajerlerinden ayrıldılar; bizzat Londra'ya gidip İngiliz profesyonellerle anlaşma imzaladılar. Gruplar, Almanya'daki menajerlerin amatörce ve yüzeysel tutumlarının kendilerini uluslararası rock piyasasında başarıyla temsil etmeye yetmeyeceğine inanıyorlardı. İngiltere'nin AET'ye üye olmasının ardından, bu profesyonel ticari ilişkilerin de kurulması kolaylaşmıştı artık.
Froese'nin söylediğine göre Tangerine Dream 1973 yılında dağılmanın eşiğine gelmişti. Sırtlarındaki büyük borç yüküyle, iflastan kurtulabilmek için son şanslarını denediler. Grup üyeleri topluca Londra'ya gidip, o sıralarda yeni kurulan "Virgin" firmasının stüdyolarında "Phaedra" albümlerini kaydettiler. Albümün dağıtımı da yine Virgin tarafından yapıldı. Böylece grubun yazgısı da değişmiş oldu. Alman menajerlerini terkedip "Virgin Company" ile birlikte çalışmaya başladıktan sonra, yine yükselen bir grafik çizmeye başladılar.
Tangerine Dream'de ilk dönemlerde bir süre davul çalmış olan Berlinli Klaus Schulze, gruba katılmadan önce elektronik rockla ilgilenmeyen sıradan bir rock 'n roll davulcusu olarak çeşitli yerlerde çalışmıştı. Schulze, Tangerine Dream'dan ayrıldıktan sonra Ash Ra Tempel grubuna geçti. 1971 yılında da elektronik rockla bireysel olarak uğraşmaya başladı. Tıpkı Tangerine Dream elemanları gibi Schulze'nin de Thomas Kessler stüdyosunda elektronik müzik dersleri almış olması, bu uğraşında ona çok yardımcı oldu.
Schulze'nin söylediğine göre, sezgisel olarak hissettiği şeyleri akılcı ve somut biçimde ifade etmeyi Kessler öğretmişti kendisine. Pink Floyd'un "A Saucerful of Secrets" albümünün de çalışmaları üzerinde büyük etkisi oldu. Önceleri elektronik enstrümanları yalnızca hobi olarak kurcalar, ama Pink Floyd'un bu albümünü dinledikten sonra kendi yaptığı "dağınık" müziği pekala profesyonel amaçlarla "düzenleyebileceğini" anlar.
Schulze, müziğinin duygularının sesli biçimde ifade edilmesi olduğunu söylüyordu. Hem sahnede hem de stüdyodaki performanslannda doğaçlamaya önemli oranda yer verir. Müziğini oluştururken synthesizerlara bağlı üç bilgisayardan da faydalanır. Birinci bilgisayar önceden hazırladığı melodileri geri vokalde çalarken, ikinci bilgisayardaki melodiye konser sırasındaki duygularına göre müdahele eder. Üçüncü bilgisayarla da o anda içinden gelen yeni müziği üretir. Genellikle sahnede bir saat kadar kalır Schulze. Kendi deyişiyle "dinleyicinin müziği benimsemesini kolaylaştırmak için" konserlerinin açılış bölümünde önceden hazırlanmış bir davul solosuna yer verir. Bu solo, müziğinde spontane olmayan çok az bölümden birisidir. "Benim müziğimin ana teması şöyle: Oldukça sakin bir tonla başlıyorum, bir çeşit tepe noktasına varıncaya kadar tempoyu yükseltiyorum sonra yeniden yavaşlıyorum. Bu akışın büyük kısmı doğaçlamaya dayanıyor. Kesinlikle doğaçlama olmayan, hemen her konserimde çaldığım bazı sabit bölümler de var.
Zaten her müzisyenin çalmaktan çok zevk aldığı böyle sabit parçalar vardır. Dinleyiciler de müziği duyduklarında çalanın kim olduğunu bu sabit kısımlardan anlarlar." diyor Schulze.
Hiç kuşkusuz 70'li yılların sonuna gelindiğinde Tangerine Dream ve Klaus Schulze, Berlin kökenli elektronik rock’ın uluslararası alanda en ünlü temsilcileridirler.
Ünleri zamanla azalsa da seksenli yıların sonuna kadar albüm yayınlamaya devam ederler.
- Melih Cılga (a.k.a. Melih Katıkol 1992-99), Çalıntı Dergisi- 01 Ağustos 1993 –
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder