29 Ekim 2015 Perşembe

Türkiye'deki Suriyeli Mülteciler ve STK'lar

Suriyeli Mültecilere Destek Olan Ulusal ve Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları



STK’ların interaktif Ağ Haritası (Network Graph via @graphcommons). Ağ haritasını tam ekran incelemek için tıklayın

Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya akınını durdurmak isteyen AB’nin Türk hükümetine teklif ettiği işbirliği planında, Türkiye’de kalacak mültecilerin burada hangi koşullarda nasıl yaşayacakları konusunda ciddi belirsizlikler var. Asıl soru şu: Suriyelilerin bugün Türkiye’de nasıl bir çaresizlik ve sefalet içerisinde olduğunun kim ne kadar farkında ve bunu kim ne kadar umursuyor?

“Çaresizlik ve sefalet” kimilerine fazla iddialı gelebilir, ama ister kampta ister şehirdeki bir mahallede yaşasın, insanların “yaşama memnuniyeti” seviyesi, içinde bulundukları toplumda ne kadar kabul gördükleriyle, topluma ne kadar entegre olduklarıyla orantılı bir konu. Eğer her gün binlerce kişi ölüm tehlikesini göze alarak Yunanistan’a kaçıyorsa, Türkiye bu insanlara “normal bir hayat” umudu sunamıyor demektir.

AB istiyor diye Türkiye’nin sınır kontrollerini sıkılaştırması bu göç trafiğini belli oranda azaltabilir belki, fakat tamamen durdurmaya yetmeyecektir. Eğer bir mülteci bir ülkede kendisi ve ailesi için gelecek umudu göremiyorsa, bir yolunu bulup başka bir ülkeye gitmeyi mutlaka dener; ilk denemede başarısız olsa bile birgün mutlaka yeniden dener. Hiçbir güvenlik önlemi, insanca koşullarda topluma entegre olarak “normal bir hayat” yaşayabilme isteğinin önüne geçemez.

Yardımların dağıtılmasında şeffaflık
Türkiye’de devletin mülteci politikasına toz kondurmak istemeyenler, 2 milyon mültecinin yükünün sadece Türkiye tarafından üstlenildiğini, son dört yıl boyunca Batılı ülkelerin yeterince yardım etmediğini öne sürüyor. Aslında durum tam öyle değil. Türkiye uluslararası kurumlara “siz yardımı bana verin, ben dağıtırım, ama kimseye de hesap vermem” diyor. Batılı kurumlar ise şeffaflık ve hesap verebilirlik prensiplerine göre çalışmak istiyor, yardımların adaletli ve etkin biçimde dağıtılması için uluslararası denetime açık bir süreçte aktif rol ve sorumluluk almak istiyor.

Suriyeli mülteciler konusunda dış yardımlara kapalı olmak ve uluslararası sivil toplumla işbirliğinden uzak durmak, öteden beri Türk hükümetinin bilinçli bir politikası oldu. Ancak şimdi yavaş yavaş da olsa bu politika biraz yumuşatılıyor. Örneğin, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) mülteci akınının yeni başladığı 2011’de Suriye sınırından giriş yapanları kayıt altına alma işleminde yardımcı olmayı teklif etmişti, ama bu teklif Türk hükümeti tarafından reddedildi. UNHCR gibi bir örgüt bile, başlangıçta AFAD kamplarına sokulmadı. Ancak Ekim 2012’den itibaren BM örgütlerine çok sınırlı olarak kamplara giriş izinleri verilmeye başlandı. Şu anda bile UNHCR’ın kamplara yönelik faaliyet izni sadece teknik destek ve “gönüllü geri dönüş” mülakatlarını izlemekle sınırlı.

Sadece yabancıların değil, ulusal STK’ların da kamplara giriş imkânları çok sınırlı. Yardım malzemelerini ya Kızılay üzerinden ya da kamp girişlerinde AFAD yetkililerine teslim ederek ulaştırabiliyorlar. Kamplar kamuoyuna ve her türlü sivil denetime de kapalı.
Haliyle, yerli ve yabancı STK’lar faaliyetlerini iki grup üzerinde yoğunlaştırmış durumdalar: a) Kamp dışında şehirlerde yaşayan Suriyeli mülteciler, b) Sınır ötesinde Suriye’nin içinde “yerinden edilmiş” insanlar.

Devletin boşluğunu STK’lar doldurdu
Savaştan kaçan mültecileri kabul ederek Türkiye’nin büyük bir iyilik yaptığı kuşkusuz doğru; fakat devlet şehirlerdeki mültecileri büyük oranda kendi kaderine terk edince, ortaya çıkan yardım ve hizmet boşluğunu doldurmak ulusal ve uluslararası STK’lara, yerel halka ve belediyelere düştü.

Devlet hala kontrolü elden kaçırmama korkusu ve “güvenlik devleti” refleksiyle çok yavaş hareket ediyor; hem kendisi yardım edemiyor hem de yardım edebilecek olanlara izin vermeyi geciktiriyor.
Uluslararası STK’ların İçişleri Bakanlığı’ndan çalışma izni alması, çok ağır işleyen bir süreç. Başvurular Dışişleri Bakanlığı, güvenlik ve istihbarat birimleri ile paylaşılıyor. STK’nın kayıtlı olduğu ülkedeki TC Büyükelçiliğinden bilgi talep ediliyor. STK’nın kara listede olmaması yani geçmişte Türkiye’ye yönelik olumsuz bir beyanatının olmaması şart; herhangi bir elemanının Türkiye’de turist vizesi ile çalışıyor olmaması da gerekiyor.

İzin başvurusu reddedilen ya da incelemede olan birçok uluslararası STK, yerel-ulusal STK’larla işbirliği yaparak, daha doğrusu onların adı altında mültecilere yardım yapmaya çalışıyor. İGAM-DER’in raporunda (1) belirtildiğine göre, tüm uluslararası STK’lar, para transferleri, maaş, ücret ve diğer masraflarının gerçekleşmesi gibi ciddi operasyonel sorunlarla karşı karşıya. Bu nedenle, izin alabilenler bile oldukça sessiz, kapalı ve daha çok Suriye içine yönelik faaliyet gösteriyor.

Yerel ve ulusal STK’lar
Ulusal STK’ların yardım faaliyetleri ağırlıklı olarak acil hayati ihtiyaç maddeleriyle sınırlı (gıda, giysi, barınak). İhtiyaç sahibi kitlenin genişliği ve imkânların darlığı nedeniyle, sağlanan sınırlı malzeme anında dağıtılıyor ve tükeniyor. Yardımların maddi kaynağı daha çok yine yerel iş çevreleri, belediyeler ve sokaktan, camiden toplanan bağışlardan geliyor. Çoğunluğu “inanç temelli” olan ulusal STK’ların yardım faaliyetlerinin dayandırıldığı bir plan, geleceğe yönelik bir strateji yok.

“Hak temelli” laik STK’lar ise daha çok yardım faaliyetlerinin ayrımcılık yapılmadan adaletli biçimde dağıtılıp dağıtılmadığını izlemeye, durumu raporlama çalışıyor. Uluslararası insani yardım ahlak normlarının hem STK’lar hem de resmi kurumlar tarafından ne kadar iyi bilindiğini ve ne kadar uygulandığını denetlemeye çalışıyorlar. Alevi ve Ezidi mültecilerin yardımlara erişmekte zorlandığına dair gazete haberleri herkesin hafızasında. Tabii bu laik STK’ların arasında da acil yardım desteği sunanlar var.

Olması gerekenden çok daha az sayıda uluslararası STK, acil gıda yardımının dışında, psikolojik destek ya da mesleki eğitim gibi uzmanlık gerektiren alanlarda destek olmaya çalışıyor. Oysa alanında uzmanlaşmış sivil kurumların sağlayabileceği planlı ve etkili insani yardıma duyulan ihtiyaç çok büyük ve acil. İzin başvurusu reddedilen uluslararası STK’ların bazıları tüm dünyada saygın isim yapmış, alanında uzmanlaşmış ve çok daha geniş imkânlara sahip kurumlar. Ama biz bu uluslararası uzmanlık ve tecrübelerden yararlanma olanağını kendi elimizle itiyoruz.

Uzmanlık gerektiren özel ihtiyaçlar
Mültecilerin içerisinde kadın, yaşlı, engelli, çocuk veya LGBT grupların özel sorunları, sosyal dışlanma ve ayrımcılık, savaş ve zorla yerinden edilme gibi büyük travmalar sonrası oluşan psikolojik problemler gibi özel uzmanlık gerektiren ihtiyaçları var. Ama “inanç temelli” ulusal STK’lar bu konuda yeterli uzmanlık, donanım ve kaynağa sahip değiller. Bu uzmanlığa sahip olup sahada aktif olarak çalışan “hak temelli” laik ulusal STK’ların ise mali kaynakları ve kadroları çok sınırlı.

Asıl problem ise şu: Hem bu uzmanlığa hem de gerekli finansman ve kadroya sahip olan “hak temelli” laik ulusal STK’lar, mülteci krizine sırtlarını dönmüş durumdalar. Türkiye’nin batı kesimlerinde, özellikle üç büyük kentteki nispeten güçlü STK’lar, kadın kuruluşları, barolar, çocuk STK’ları, meslek kuruluşları, işveren temsilcilikleri ve medya, Suriyeli mülteciler için herhangi bir yardım kampanyası başlatmış değil. Bazı büyük ulusal STK’ların böylesine ciddi bir mülteci sorununu görmezden gelmeleri, ancak bu insani konunun hükümet tarafından siyasallaştırılmış olmasıyla açıklanabilir. Kadroya ve finansmana sahip büyük ulusal STK’lar belki hükümetin genel Suriye politikasına mesafeli durdukları için mülteci krizinin insani boyutunu da görmezden geliyor, belki de harekete geçtiklerinde hükümetten destek yerine köstek göreceklerini düşünerek suskun kalmayı tercih ediyorlar.

Koordinasyon eksikliği
BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) görevi, uluslararası, ulusal ve yerel STK’lar arasındaki koordinasyonu sağlamak. Türk hükümeti OCHA’ya sadece Suriye içerisindeki STK faaliyetlerini koordine etmekle sınırlı bir faaliyet izni verdi ve nihayet OCHA Gaziantep’te bir ofis açabildi. Oysa Türkiye’deki STK’ların faaliyetlerinin koordinasyonunda da ciddi bir boşluk var. Örneğin, “inanç temelli” ulusal STK’ların yabancı STK’larla ve uluslararası kuruluşlarla, özellikle UNHCR gibi BM kurumlarıyla bağlantıları çok sınırlı ya da hiç yok. Türkiye’deki yerli ve yabancı tüm STK’lar, birbirlerinden ilkesel olarak ayrıştıklarından, genelde faaliyetlerini birbirlerinden habersiz yürütüyorlar. Bilgi paylaşımı, kaynakları bir araya getirme gibi konularda büyük bir koordinasyon eksikliği var.

Mültecilerin çoğu, kentlerde kendilerine sunulan imkânlardan habersizler. Bilgi sadece gönüllü kişilerin çabasıyla ulaştırılıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor. Valiliklerin, belediyelerin, STK’ların yerel olarak sağladıkları hizmetlerin medya ve diğer iletişim araçlarıyla, kent ve kırsal bölgelere yayılmış insanlara duyurulması acil bir ihtiyaç.
Bu alanda çalışan STK’ların faaliyetleri konusunda sağlanacak farkındalık, krize seyirci kalan çok sayıda ulusal STK’yı da teşvik edebilir. Sahada faaliyet gösteren STK’larla potansiyelleri olan diğer STK’ların bir araya gelip işbirliği yapmaları sağlanabilir. Türkiye’de kamu kurumlarının yetersiz kaldıkları alanlarda STK’ların daha fazla destek vermesi, mültecilerin “insan onuruna yakışır bir yaşam” ümidini güçlendirebilir.


Kaynaklar:
1) İGAM İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Raporu: “Sivil Toplum Örgütlerinin Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler İçin Yaptıkları Çalışmalar” http://goo.gl/KWzRLV
2) Anadolu Kültür - Açık Toplum Vakfı Raporu: “Suriyeli Multeciler- Bekleme Odasından Oturma Odasına” http://goo.gl/OlbNB6
3) TACSO – STGM E-Bülten Özel Sayı: “Sığınmacı ve Mültecilerle Çalışan STK'lar ve Sivil İnisiyatifler” https://goo.gl/MYz2tq
4) Ulusal ve uluslararası STK’ların kurumsal web siteleri, gazeteler, akademik tezler ve çok sayıda farklı kaynaktan yapılan “masa başı araştırma / desktop research” derlemesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder