Suriyeli Mültecilere Destek Olan
Ulusal ve Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
STK’ların interaktif Ağ Haritası
(Network Graph via @graphcommons). Ağ haritasını tam ekran incelemek için tıklayın
Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya
akınını durdurmak isteyen AB’nin Türk hükümetine teklif ettiği işbirliği
planında, Türkiye’de kalacak
mültecilerin burada hangi koşullarda nasıl yaşayacakları konusunda ciddi
belirsizlikler var. Asıl soru şu: Suriyelilerin bugün Türkiye’de nasıl bir
çaresizlik ve sefalet içerisinde olduğunun kim ne kadar farkında ve bunu kim ne
kadar umursuyor?
“Çaresizlik ve sefalet” kimilerine
fazla iddialı gelebilir, ama ister kampta ister şehirdeki bir mahallede yaşasın,
insanların “yaşama memnuniyeti” seviyesi, içinde bulundukları toplumda ne kadar
kabul gördükleriyle, topluma ne kadar entegre olduklarıyla orantılı bir konu. Eğer
her gün binlerce kişi ölüm tehlikesini göze alarak Yunanistan’a kaçıyorsa,
Türkiye bu insanlara “normal bir hayat” umudu sunamıyor demektir.
AB istiyor diye Türkiye’nin sınır kontrollerini
sıkılaştırması bu göç trafiğini belli oranda azaltabilir belki, fakat tamamen
durdurmaya yetmeyecektir. Eğer bir mülteci bir ülkede kendisi ve ailesi için
gelecek umudu göremiyorsa, bir yolunu bulup başka bir ülkeye gitmeyi mutlaka dener;
ilk denemede başarısız olsa bile birgün mutlaka yeniden dener. Hiçbir güvenlik
önlemi, insanca koşullarda topluma entegre olarak “normal bir hayat”
yaşayabilme isteğinin önüne geçemez.
Yardımların dağıtılmasında şeffaflık
Türkiye’de devletin mülteci
politikasına toz kondurmak istemeyenler, 2 milyon mültecinin yükünün sadece
Türkiye tarafından üstlenildiğini, son dört yıl boyunca Batılı ülkelerin
yeterince yardım etmediğini öne sürüyor. Aslında durum tam öyle değil. Türkiye uluslararası
kurumlara “siz yardımı bana verin, ben dağıtırım, ama kimseye de hesap vermem”
diyor. Batılı kurumlar ise şeffaflık ve hesap verebilirlik prensiplerine göre
çalışmak istiyor, yardımların adaletli ve etkin biçimde dağıtılması için uluslararası
denetime açık bir süreçte aktif rol ve sorumluluk almak istiyor.
Suriyeli mülteciler konusunda dış
yardımlara kapalı olmak ve uluslararası sivil toplumla işbirliğinden uzak
durmak, öteden beri Türk hükümetinin bilinçli bir politikası oldu. Ancak şimdi
yavaş yavaş da olsa bu politika biraz yumuşatılıyor. Örneğin, BM Mülteciler
Yüksek Komiserliği (UNHCR) mülteci akınının yeni başladığı 2011’de Suriye
sınırından giriş yapanları kayıt altına alma işleminde yardımcı olmayı teklif
etmişti, ama bu teklif Türk hükümeti tarafından reddedildi. UNHCR gibi bir
örgüt bile, başlangıçta AFAD kamplarına sokulmadı. Ancak Ekim 2012’den itibaren
BM örgütlerine çok sınırlı olarak kamplara giriş izinleri verilmeye başlandı.
Şu anda bile UNHCR’ın kamplara yönelik faaliyet izni sadece teknik destek ve
“gönüllü geri dönüş” mülakatlarını izlemekle sınırlı.
Sadece yabancıların değil, ulusal
STK’ların da kamplara giriş imkânları çok sınırlı. Yardım malzemelerini ya
Kızılay üzerinden ya da kamp girişlerinde AFAD yetkililerine teslim ederek
ulaştırabiliyorlar. Kamplar kamuoyuna ve her türlü sivil denetime de kapalı.
Haliyle, yerli ve yabancı STK’lar
faaliyetlerini iki grup üzerinde yoğunlaştırmış durumdalar: a) Kamp dışında
şehirlerde yaşayan Suriyeli mülteciler, b) Sınır ötesinde Suriye’nin içinde
“yerinden edilmiş” insanlar.
Devletin boşluğunu STK’lar doldurdu
Savaştan kaçan mültecileri kabul
ederek Türkiye’nin büyük bir iyilik yaptığı kuşkusuz doğru; fakat devlet
şehirlerdeki mültecileri büyük oranda kendi kaderine terk edince, ortaya çıkan
yardım ve hizmet boşluğunu doldurmak ulusal ve uluslararası STK’lara, yerel
halka ve belediyelere düştü.
Devlet hala kontrolü elden kaçırmama korkusu ve “güvenlik devleti” refleksiyle çok yavaş hareket ediyor; hem kendisi yardım edemiyor hem de yardım edebilecek olanlara izin vermeyi geciktiriyor.
Uluslararası STK’ların İçişleri
Bakanlığı’ndan çalışma izni alması, çok ağır işleyen bir süreç. Başvurular Dışişleri
Bakanlığı, güvenlik ve istihbarat birimleri ile paylaşılıyor. STK’nın kayıtlı
olduğu ülkedeki TC Büyükelçiliğinden bilgi talep ediliyor. STK’nın kara listede
olmaması yani geçmişte Türkiye’ye yönelik olumsuz bir beyanatının olmaması
şart; herhangi bir elemanının Türkiye’de turist vizesi ile çalışıyor olmaması da
gerekiyor.
İzin başvurusu reddedilen ya da incelemede
olan birçok uluslararası STK, yerel-ulusal STK’larla işbirliği yaparak, daha
doğrusu onların adı altında mültecilere yardım yapmaya çalışıyor. İGAM-DER’in
raporunda (1) belirtildiğine göre, tüm
uluslararası STK’lar, para transferleri, maaş, ücret ve diğer masraflarının
gerçekleşmesi gibi ciddi operasyonel sorunlarla karşı karşıya. Bu nedenle, izin
alabilenler bile oldukça sessiz, kapalı ve daha çok Suriye içine yönelik
faaliyet gösteriyor.
Yerel ve ulusal STK’lar
Ulusal STK’ların yardım
faaliyetleri ağırlıklı olarak acil hayati ihtiyaç maddeleriyle sınırlı (gıda,
giysi, barınak). İhtiyaç sahibi kitlenin genişliği ve imkânların darlığı
nedeniyle, sağlanan sınırlı malzeme anında dağıtılıyor ve tükeniyor.
Yardımların maddi kaynağı daha çok yine yerel iş çevreleri, belediyeler ve
sokaktan, camiden toplanan bağışlardan geliyor. Çoğunluğu “inanç temelli” olan
ulusal STK’ların yardım faaliyetlerinin dayandırıldığı bir plan, geleceğe
yönelik bir strateji yok.
“Hak temelli” laik STK’lar ise daha
çok yardım faaliyetlerinin ayrımcılık yapılmadan adaletli biçimde dağıtılıp
dağıtılmadığını izlemeye, durumu raporlama çalışıyor. Uluslararası insani
yardım ahlak normlarının hem STK’lar hem de resmi kurumlar tarafından ne kadar
iyi bilindiğini ve ne kadar uygulandığını denetlemeye çalışıyorlar. Alevi ve
Ezidi mültecilerin yardımlara erişmekte zorlandığına dair gazete haberleri
herkesin hafızasında. Tabii bu laik STK’ların arasında da acil yardım desteği
sunanlar var.
Olması gerekenden çok daha az
sayıda uluslararası STK, acil gıda yardımının dışında, psikolojik destek ya da
mesleki eğitim gibi uzmanlık gerektiren alanlarda destek olmaya çalışıyor. Oysa
alanında uzmanlaşmış sivil kurumların sağlayabileceği planlı ve etkili insani
yardıma duyulan ihtiyaç çok büyük ve acil. İzin başvurusu reddedilen
uluslararası STK’ların bazıları tüm dünyada saygın isim yapmış, alanında
uzmanlaşmış ve çok daha geniş imkânlara sahip kurumlar. Ama biz bu uluslararası
uzmanlık ve tecrübelerden yararlanma olanağını kendi elimizle itiyoruz.
Uzmanlık gerektiren özel ihtiyaçlar
Mültecilerin içerisinde kadın,
yaşlı, engelli, çocuk veya LGBT grupların özel sorunları, sosyal dışlanma ve
ayrımcılık, savaş ve zorla yerinden edilme gibi büyük travmalar sonrası oluşan
psikolojik problemler gibi özel uzmanlık gerektiren ihtiyaçları var. Ama “inanç
temelli” ulusal STK’lar bu konuda yeterli uzmanlık, donanım ve kaynağa sahip
değiller. Bu uzmanlığa sahip olup sahada aktif olarak çalışan “hak temelli”
laik ulusal STK’ların ise mali kaynakları ve kadroları çok sınırlı.
Asıl problem ise şu: Hem bu
uzmanlığa hem de gerekli finansman ve kadroya sahip olan “hak temelli” laik
ulusal STK’lar, mülteci krizine sırtlarını dönmüş durumdalar. Türkiye’nin batı
kesimlerinde, özellikle üç büyük kentteki nispeten güçlü STK’lar, kadın
kuruluşları, barolar, çocuk STK’ları, meslek kuruluşları, işveren temsilcilikleri
ve medya, Suriyeli mülteciler için herhangi bir yardım kampanyası başlatmış
değil. Bazı büyük ulusal STK’ların böylesine ciddi bir mülteci sorununu
görmezden gelmeleri, ancak bu insani konunun hükümet tarafından
siyasallaştırılmış olmasıyla açıklanabilir.
Kadroya ve finansmana sahip büyük ulusal STK’lar belki hükümetin genel
Suriye politikasına mesafeli durdukları için mülteci krizinin insani boyutunu
da görmezden geliyor, belki de harekete geçtiklerinde hükümetten destek yerine
köstek göreceklerini düşünerek suskun kalmayı tercih ediyorlar.
Koordinasyon eksikliği
BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin
(OCHA) görevi, uluslararası, ulusal ve yerel STK’lar arasındaki koordinasyonu
sağlamak. Türk hükümeti OCHA’ya sadece Suriye içerisindeki STK faaliyetlerini
koordine etmekle sınırlı bir faaliyet izni verdi ve nihayet OCHA Gaziantep’te
bir ofis açabildi. Oysa Türkiye’deki STK’ların faaliyetlerinin koordinasyonunda
da ciddi bir boşluk var. Örneğin, “inanç temelli” ulusal STK’ların yabancı
STK’larla ve uluslararası kuruluşlarla, özellikle UNHCR gibi BM kurumlarıyla
bağlantıları çok sınırlı ya da hiç yok. Türkiye’deki yerli ve yabancı tüm STK’lar,
birbirlerinden ilkesel olarak ayrıştıklarından, genelde faaliyetlerini birbirlerinden
habersiz yürütüyorlar. Bilgi paylaşımı, kaynakları bir araya getirme gibi
konularda büyük bir koordinasyon eksikliği var.
Mültecilerin çoğu, kentlerde
kendilerine sunulan imkânlardan habersizler. Bilgi sadece gönüllü kişilerin
çabasıyla ulaştırılıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor. Valiliklerin,
belediyelerin, STK’ların yerel olarak sağladıkları hizmetlerin medya ve diğer
iletişim araçlarıyla, kent ve kırsal bölgelere yayılmış insanlara duyurulması
acil bir ihtiyaç.
Bu alanda çalışan STK’ların
faaliyetleri konusunda sağlanacak farkındalık, krize seyirci kalan çok sayıda ulusal
STK’yı da teşvik edebilir. Sahada faaliyet gösteren STK’larla potansiyelleri
olan diğer STK’ların bir araya gelip işbirliği yapmaları sağlanabilir. Türkiye’de kamu kurumlarının yetersiz
kaldıkları alanlarda STK’ların daha fazla destek vermesi, mültecilerin “insan
onuruna yakışır bir yaşam” ümidini güçlendirebilir.
Kaynaklar:
1) İGAM İltica ve Göç Araştırmaları
Merkezi Raporu: “Sivil Toplum Örgütlerinin Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler
İçin Yaptıkları Çalışmalar” http://goo.gl/KWzRLV
2) Anadolu Kültür - Açık Toplum
Vakfı Raporu: “Suriyeli Multeciler- Bekleme Odasından Oturma Odasına” http://goo.gl/OlbNB6
3) TACSO – STGM E-Bülten Özel Sayı:
“Sığınmacı ve Mültecilerle Çalışan STK'lar ve Sivil İnisiyatifler” https://goo.gl/MYz2tq
4) Ulusal ve uluslararası STK’ların
kurumsal web siteleri, gazeteler, akademik tezler ve çok sayıda farklı
kaynaktan yapılan “masa başı araştırma / desktop research” derlemesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder