24 Ekim 2007 Çarşamba

İlişkileri aidiyetten kurtarmak...

Gündelik hayattaki çelişkilerin gün geçtikçe keskinleşmesi, verili koşullarda hem sosyal hem de mutlu olmanın giderek zorlaşması, insanları kendileri gibi olmayanları dışlamaya ve “mevcut aidiyetleri çerçevesinde” mutluluk arayışlarına yöneltiyor:

Bizim gibi olmayanları dışlayarak, kendi meşrebimizce adalet dağıtmaya başlıyoruz...

Oysa başkalarına yöneltilen şiddet, sistemin doğasından gelen eşitsizlik ve yoksunlukların sorumluluğunu başka kurbanlara ödetme çabası galiba...

Farklılıkların paylaşılmasının getireceği yeni ödevlerden korkan insan, biraz dinginlik uğruna, biraz da kibrine yenilerek, kendini tekrarlamak istiyor...

Çünkü “sorumluluğu üstlenilen” yeni bilgi, beraberinde acıyı da getiriyor: Başkalarına dair farkına vardığınız verileri, samimi hukuku ve ahlakı olan bilgilere dönüştürdükçe daha çok acı çeker, bireysel aydınlanma için ödenmesi gereken bedellerle tanışırsınız...

Hayatı farklı deneyimlerle zenginleştirmenin yolu, edinilen bilginin sorumluluğunu da üstlenmekten geçer.

Gündelik mesaj ve haber bombardımanı arttıkça, umut bağladığımız vaatler sahiciliğini yitirir, popüler ama sahte gündemlerin hareket alanı genişler, totalitarizme tapınmaktan ya da omurgasızlığa (ahlakı reddeden nihilizm) kadar varılabilir...

Eskiden, aidiyet duyduğumuz vaatler geleceğe ya da öbür dünyaya ertelenirdi. Şimdi “yapıyormuş gibi olmak”, vaadin hiçbir zaman tutulmayacak olmasını gizliyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder