31 Aralık 2007 Pazartesi

Huzur ve belirsizlik ilişkisi...



Huzur arayışımız ve belirsizlik arasındaki ilişki, bir tür "mesafeli tutku" durumunu anlatır sessizce, insanın çevresiyle etkileşime girdiği anları ve seçilmiş yalnızlıkları boyunca, bir "planlı sürüklenme eğrisi"ne teğet geçmesi tezine dayanır sadece... Ve bu iddiasız tez, şehir hayatını seçmiş bir meczup dervişin rüyaları kadar inandırıcı sayılmalıdır, daha fazla bir yere varması da gerekmez...

Her insanın içindeki "iyi kurgulanmış bir vaatin gerçek olduğuna kendini kaptırma eğilimi" ve varoluşunu sürdürme güdüsü, algılarımızdan gelen verileri dengeleyerek, o an için kabul ve tahammül edilebilir bir gerçeklik tarifi sunar bize...

Çoğu kez, bu gerçekliğin durağan değil, hareket halinde bir şey olduğunu göz ardı ettiğimizden, alışmak istediğimiz bu durumun kaybolmaya yüz tutmasından şikayet ederken buluruz kendimizi: Biz huzur ararken, karşımıza eşitsizliklerin getirdiği tedirginlik çıkar... İşte bu teğet noktasındaki "düşkırıklığı ve öfkeyi yönetebilmek becerisi"nden de yeni bir olasılık doğar: Sürdürülebilir tedirginlik ve merak ilişkisi...

En temel doğa kanunu olan "eşitsiz gelişim", pek eğlenceli bir konu değil... Zaten eğlenceyi de, eşitsizlikleri unutma arayışı olarak tarif etmek mümkün... "Kendi varoluşunun sınırlarını nereye kadar zorluyorsun?" sorusunu fazla romantize etmemek şartıyla, demek ki, başkasına yakınlaşabilmek de kendinden uzaklaşmakla başlar...

Bizim tezimiz, kibir ve eziklik kutuplarında tanımsız olduğundan, başkalarıyla birlikte yapılabilecek şeylerin sürdürülebilirlik olasılığı, gerekli kavgaları etmeden gerçekten arkadaş olunamayacağı varsayımına dayanıyor her şeyden önce... İdare edilerek geçiştirilen eşitsizlikler derinlerde bir yerde öfke biriktirdiği için, aslında birer gizli yardım çağrısı olan samimi kaprislerin ve uyumsuz beğenilerin tetiklediği kaçınılmaz kavgaların açtığı yaralardan içeri sızan temiz hava, insanı kapalı bir sistem olmaktan alıkoyar ve hayata müdahale kabiliyetini artırır...

Tamam başkaları da söylüyor, bu yüzyıl, derin düşüneni hor görmeyi öğretti bize, ama yine de alışkın olmadığımız durumlar karşısındaki acemiliği ve boşluk anlarının belirsizliğini sevmeye çalışmakta fayda var... Çünkü doğası gereği uçucu-hareketli bir şey olan huzur, yalnızca aralarında mesafe olan beklenmedik ve ayrık zamanlarda sürdürülebilir bir hal... Ve onun değerini bilebilmek için, aynı anda yoksunluğunu da önemseyebilmek gerekiyor ki, zamanda ayrık buluşmaların taşıdığı merakın olasılıkları yükselebilsin...

Planlı sürüklenme eğrisine teslim olan insan, bilinmeyene varmak uğruna bilerek incinmeyi göze aldığından, gücü yettiğince kurgulayabildiği bir eşitsiz gelişimin ihtimallerini yaşar, ümitlerini sık sık kırılma noktalarında test eder... Çünkü sezgileri ona, yeniden büyülenebilmenin ilk şartının önceki büyülerden kurtulmak olduğunu söyler...

Galiba asıl mevzu, herkesin kendine hakikatli ve mesafeli bir tutku edinebilmesi; gerisi hoş bir hayal, bir hikaye, tıpkı yukarıda anlatılanlar gibi...

Bu arada, tüm Storytelling okurlarına mutlu yıllar... :)

1 yorum:

  1. "Galiba asıl mevzu, herkesin hikayenin neresinde yazar neresinde okur neresinde dinleyici olduğunu sezebilmesinde ve ona göre davranabilmesinde; aslında hepsi hoş bir hayal, bir hikaye, tıpkı yukarıda anlatılanlar gibi..."
    size de mutlu yıllar:)

    YanıtlaSil