25 Haziran 2009 Perşembe

Amon Düül (1993)



Alman rock tarihinde ikinci önemli bölge, Bavyera eyaletinin başkenti olan Münih kenti ve çevresidir. 60’lı yılların ortasında Rolling Stones ve Beatles gruplarının Münih’te verdikleri konserler gerçekten görülmeye değer olaylardır. Bu grupların büyüleyici başarıları, Münihli gençlerin gündemindeki bir numaralı sohbet konusu haline gelir. Bulvar basının ve diğer mecraların da olayın üstüne gitmesiyle rock müzik Münih sakinlerinin ilgi odağı haline gelir.

Bu rock konserlerinin genç Münihliler için önemi okul, ev ve işten oluşan gündelik kısır döngülerini kırabilecekleri yepyeni bir ’faaliyet’ alanı keşfetmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Rock müziğin beraberinde taşıdığı Beat ve Pop yaşamı anlayışı, Münih’te yepyeni bir ’genç kültür’ ve alternatif yaşam anlayışının filizlenmesine yol açar. Eskiden kentte alternatif mekan olarak yalnızca teenage genç gruplarının devam ettiği pastahanelerde, üniversitelerde ya da sıradışı sanatçıların atölyelerinde "farklı" gençler toplanmaya, birlikte zaman geçirmeye başlarlar. Tıpkı o dönemdeki San Francisco’da olanlara benzer oluşumlar yaşanmaktadır. Küçük boyutlu festivallerinde yerel rock grupları ilk kez sahne almaya başlarlar. Artık Münih ve çevresinde kelimenin tam anlamıyla ’underground’ bir yaşamın filizleri görülmektedir.

Tam o günlerde "Amon Düül" ortaya çıkar Münih’te. Alman rock müziğinin gelişim çizgisinde bu grubun progressıve rock performansının önemli bir belirleyiciliği olacaktır.

Amon Düül'ü oluşturan genç müzisyenler lise yıllarından arkadaştırlar. Okul bitince Münih’in Schurabing semtindeki tek odalı bir apartman dairesine taşınırlar. Kimi günler bu ufacık odaya sekiz on kişi doluşmaktadır. Komşuların ve evsahibinin sabırlarının tükenmesi çok uzun sürmez; grup üyeleri taşınmak zorunda kalır. 1967 yılında altı odalı bir müstakil ev tutarlar kendilerine. Enstrümanları ve amfileri de aldıktan sonra, prova yapmak için bir bodrum katını kiralarlar. Verdikleri ücretsiz konserler ve etkileyici sahne performansları sonucu, etraflarında genç insanlardan geniş bir kitle oluşur.

Fakat bazı radikal sol çevrelerin müzisyenlerle dostluk kurmaları ve grup üyelerinin bir kısmının da politize olmasıyla, konser verdikleri bodrum katındaki naif atmosfer yok olmaya başlar. Radikal sol çevreler Berlin ve Münih’teki sokak gösterilerinin de heyecanıyla, Amon Düül’ün ajitasyon dolu müzikler yapmasını isterler. Fakat grup içinde ajitasyonu öne çıkarmak yerine içlerinden geldikleri gibi müzik yapmak isteyen insanlar da vardır. Bu görüş ayrılığı grubun ikiye bölünmesine yol açar. Siyasete angaje müziği tercih edenler Berlin’e giderek orada Amon Düül I grubunu oluştururlar. Fakat çok geçmeden bu grup dağılır. Münih’te kalanlar ise Amon Düül II adıyla müzik yapmayı tercih ederler. Onlar Amon Düül I’in ideolojik içerik çizgisi yerine geçmişe yönelmeyi seçerek, mitolojik tanrılar, mistik felsefeler ve karanlık güçlerle dolu bir dünya anlattıkları düş yolculuklarına çıktılar. Mistik bir bilimkurgu anlayışına sahiptiler. Amon Düül Il’nin elemanları 1968 yılının sonunda kent merkezinden ayrılarak şehir dışında, yeni yapılmış büyük bir binaya taşınırlar. Etrafı yeşilliklerle kaplı, villaların ve yazlıkların arasında ve Ammersee adlı gölün hemen kıyısında bulunan bu konforlu mekanda yepyeni müzik kombinasyonları denemeye başlarlar.

Onları bu müzikal deneylere sürükleyen nedenler okul yıllarından kaynaklanmaktadır. Okudukları lisede müzik eğitimi, ağırlıklı bir yere sahiptir. İlerde Amon Düül’ü oluşturacak gençler müziğin kendisini çok sevmekte, fakat müzik eğitiminden nefret etmektedirler. Belirli enstrümanlarla ilk karşılaşmaları da nefret ve reddetme biçiminde bir ilişkiyle gerçekleşir. Örneğin, grup üyesi Chris Karrer "Benim nefret ettiğim enstrüman kemandı. Okulda keman çalmak zorundaydım: ama elime bile almak istemiyordum. Çok sonra Hint müziğiyle ilgilenirken kemanı yeniden keşfettim." diyecektir...

Batılı müzik anlayışına ve bununla bağlantılı eğitim ideolojisine duydukları güvensizlik dolayısıyla Amon Düül üyeleri 60’lı yılların sonunda doğu ve batı ezgilerini içeren bir ses sentezi geliştirmeye çalıştılar.
"Lisedeki müzik eğitimimiz sırasında yalnızca Batılı müzik anlayışını öğrendikten sonra, tümüyle rastlantı sonucu farklı en az bin müzik türü daha olduğunu anlayınca kendi kendimize karar verdik. Bu farklı türleri ortak bir pota içinde eritmeye, tüm yönlere ve tüm etkilere açık bir müzik geliştirmeye çalışacaktık." der Chris Karrer.

İlk albümlerinde elektronik enstümanlarda yorumladıkları Gregorian dönemi şarkılarını ortaçağa özgü bir Almancayla seslendirdiler. Eski Ahit’teki felaket anlatılarından yola çıkarak dünyanın gelecekte yaşayacağı kötü günlerden haberler verdiler.
Müziklerinde Pink Floyd’un açık etkisi görünüyordu. 1968 yılında ilk kez sahneye çıktıklarında müzik eleştirmenlerinden son derece olumsuz tepkiler almışlardı. Eleştirmenlerin "underground oratoryolar" olarak adlandırdıkları parçalarını caz doğaçlamaları, hard rock akorlarıyla ve egzotik seslerle zenginleştirmeye çalıştılar. Pink Floyd, Mothers of Invention ve Jefferson Airplane’in açık etkisi altında gidip gelen Amon Düül II, 1972 yılında Melody Maker dergisi tarafından "Kendine özgü bir sound geliştirebilen ilk Alman progressive rock grubu" olarak adlandırıldı. Grubun kadrosunda, Karrer, Rogner, Weinzie ve Knaup çekirdek isimler olarak kalırken, çok çeşitli isimler girip çıkar.



Tüm Alman rock gruplarında görülen bir "sentez yapma ve yeniliklere açık olma" eğilimi sayesinde Amon Düül II, çağdaş rock ritimlerini egzotik müziklerle birleştirmeye başarır. İlk albümleri "Phallus Dei"ın bir kısmında ve sonraki çalışmalarında ritim unsurları tamburin ve zillerle verilir. Ortaya çıkan müzik, Tibet tapınaklarında keşişler tarafından çalınan monoton ağır tempolu parçaları andırıyordu.

Bu ilginç ses karışımlarının yanı sıra Amon Düül II, elektronik ses sinyalleri kullanan ilk Alman gruplarından birisi olma özelliğine de sahipti. Kullandıkları çok yüksek ve çok düşük frekanslı ses sinyalleriyle dinleyiciler üzerinde alışılmadık etkiler oluşturmaya çalışıyorlardı. Amplifikatörlerle güçlendirilmiş rock müziğini dinleyen kişiler üzerinde nörofizyolojik etkilere olabileceğini farkettiler.

Yaptıkları deneysel müziğin yanı sıra Amon Düül II üyeleri kimi sosyal ve politik nitelikleri dolayısıyla da dikkat çeker olmuşlardı. Özellikle tüm grup üyelerinin aynı evde, bir "komün" görünümünde yaşamaları Almanya için ilginçti. Gazetecilerin ve hayranlarının düşündüklerinin tersine, grup üyelerinin yeni bir komünal yaşam teorisi kurmak gibi bir dertleri yoktu. Tıpkı Grateful Dead gibi onların da birlikte yaşamayı tercih etmelerinin asıl amacı, yoğun biçimde müzikle uğraşabilmek ve zorunlu yaşamsal harcamalarını en aza indirgeyebilmekti.

Grup üyelerinin bu doğal ve tümüyle içten gelen tavırları kamuoyu tarafından yanlış anlaşıldı. Müzisyenler toplumsal konumlarını "gönüllü yalnız yaşam" olarak adlandırıyorlardı. Kendilerini dış dünyadan soyutlamışlardı. Fakat toplum da kendisini onlardan soyutladı. İşin kötüsü, yalnızca Münih’in muhafazakar çevreleri değil, "yeniliklere açık" olmaları beklenen gençler de Amon Düll üyelerine karşı tavır aldılar. Grupla toplum arasında derin bir uçurum oluştu. Alışılmadık dış görünümleri, sırtlarına kadar inen saçları, pejmürde pardesüleriyle Amon Düül üyeleri ilk bakışta bir çingene topluluğunu andırıyordu. Grup sürekli olarak kalacak yer sorunuyla uğraşmak durumundaydı. Komşularının ve evsahiplerinin hoşnutsuzluğu yüzünden hiçbir evde altı aydan fazla oturamıyorlardı. Grubun tek kadın elemanı Renate Knaup "Emlak komisyoncularını ikna etmek için saatlerce dil dökmek zorundaydık. Genellikle ben konuşuyordum; hep turnede olacağımızı, evde çok kısa süreler kalacağımızı falan söylüyordum" diyordu.

1969 yılında ilk albümleri "Phallus Dei" yayımlandı. O sıralar hiçbir ekonomik kaygıları yoktu ve yalnızca içlerinden gelen müziği yapmak istiyorlardı. Müzik endüstrisinden nefret ediyorlardı. İlk albümleri 20 bin sattı. Birçok yerde sahneye çıktılar ve diğer ülkelere turne düzenlemeyi ciddi olarak düşünmeye başladılar.

1970 tarihli "Yeti" ve 1971 tarihli "Dance of the Lemmings" albümleri daha iyi bir satış başarısı elde etti. Bu arada grup olarak sık sık taviz vermek durumunda kalıyorlardı. Yetmişlerin ilk yıllarına gelindiğinde, artık grup üyeleri arasındaki dayanışma, dostluk ve uyum ruhundan pek eser kalmamış, yaptıkları işe duydukları saygıda belirgin bir azalma olmuştu. Kimi zaman hemen hiç prova yapmadan sahneye çıkıyor, kimi zaman da konserin vaktini yarım saat geçirmelerine rağmen kuliste oyalanıp duruyorlardı. Bir radyo istasyonunda verecekleri canlı konserin başlamasından beş dakika öncesine kadar hangi parçayı nasıl çalacaklarını tartışır olmuşlardı artık. Bu yüzden birçok konserde çok düşük nitelikli performans sergilediler.



Grup içindeki çözülmeyi hızlandıran başka gelişmeler de vardı. Bağlı oldukları plak şirketinin Paris temsilcisi, bu kente turne için geldiklerinde grubu kelimenin tam anlamıyla krallar gibi ağırlamış, grup üyelerinin kendilerini ünlü rock starları gibi hissetmelerini sağlamıştı. Grup üyelerinin kaldığı Hilton Oteli’nde basın toplantıları, Olympia Kulüp’te özel şovlar, televizyon programları vb.

Düzenleyen organizatörün tek amacı, grubun ticari başarısını arttırmaktı tabii. Grup üyeleri kendilerine önemli getiriler sağlayacağını umdukları bu ticari gelişimlere tahammül ediyorlardı. Fakat oyunu endüstrinin kurallarıyla oynamanın getirileri hiç de grup üyelerinin umduğu gibi olmadı.

1971’den itibaren Amon Düül albümleri A.B.D.’de ve Japonya’da da yayımlanmaya başladı. Endüstriyle bütünleşme tehlikesinin verdiği tedirginlik ve istemedikleri halde popüler rock yıldızı olmaya yüz tutmaları, grubu bir arada tutan bağları iyice yıprattı. Sahne performanslarının ve yaptıkları bestelerin niteliğinde gözle görülür düşüş yaşanır oldu.

Bir zamanlar büyük umutlarla yola çıkan grup, yetmişli yılların ortasına gelindiğinde sahnelerden uzaklaşmış bir stüdyo grubuna dönüşmüştü. 1975 yılından sonra yalnızca bir stüdyo grubu olarak kariyerlerini sürdürdüler. Ta ki müzik dünyasındaki belirleyiciliklerini yitirene kadar. Artık "Alman rock"ının dünya platformundaki başarısına yeni ufuklar açmak" gibi bir işlevleri kalmamış olsa da, yaptıkları müzik öneminden pek bir şey yitirmedi. Amon Düll II kendi özgün sound’unu geliştirebilmiş ilk Alman rock grubuydu. Yaptıkları müzikal deneyler ve müziğe kazandırdıkları yeni soluklar, yetmişli yıllardaki diğer Alman rock grupları için eşsiz bir hazine değerindeydi. Yeni gruplar, Amon Düül’ün başarılarından ve hatalarından çok şey öğrenme şansına sahiptiler.

- Melih Cılga (a.k.a. Melih Katıkol 1992-99), Çalıntı Dergisi- 01 Temmuz 1993 –

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder