28 Haziran 2009 Pazar

Çizgiromanın Eski Bir Ustası: Milton Caniff


Bant karikatürün iki kez doğduğu söylenebilir. İlki, "kurucu babaların" bu mecrayı tanımlayıp karelerle ilerleme ve konuşma balonu gibi genel kabulleri yerleştirmeleriyle, 1895 sıralarında gerçekleşti. Bir nesil boyunca herkesçe benimsenen ana tema mizahtı ve grafik ifade tarzı da özellikle "komikti". Bant karikatürün ikinci doğumu ise 1930'larda yaşandı: İlk kez macera, gerilim, gerçekçilik, şiddetli devamlılıklar ele alındı ve ilüstratif bir çizim tarzı benimsendi. Milton Caniff, bir sanat biçimi anlamında gerçek bir devrim olan işte bu ikinci dalganın merkezindeydi. Başka birçok niteliğinin yanı sıra, bir karikatürist olarak, çağdaşı olan birçok kişinin ulaşmaya çabaladığı özgün bir vizyona sahipti: Bir ilüstratörden çok, bir eğlence üreticisiydi o. Kendisini tıpkı bir roman yazarı ya da bir film yönetmeni gibi görüyordu. Herkesin devamını merak ettiği hikayeler tasarlarken, mütevazı bir üslupla, "sokakta gazete satmaya çalışan heyecanlı bir çocuk gibiyim" diyordu; ama çizim masasına oturduğu zaman kendisini "koltukta oturan Marco Polo" gibi hissettiğini de itiraf ediyordu. Gerçekten de dünyaları keşfe çıktı, dünyalar yarattı ve onları fethetti.

Gerçekçi devamlılıkların henüz taze bir yenilik olduğu dönemde bant karikatür dünyasına girdiğinde, neredeyse içgüdüsel olarak, yeni bir ifade biçimi benimsedi kendisine. Küçük kareler ve balonların sınırlayıcılığı içerisinde karşı konulmaz derecede çekici hikayeleri nasıl anlatabileceğini iyi biliyordu ve özgün sesleriyle konuşan, yaşayan karakterler yaratbilmek konusunda uzmanlaştırdı kendisini. Desen, karakterler ve diyaloglar, bir çizgiromancının sanatının temel bileşenleriyse, Milton Caniff bu alanların tümünde kendini bir uzman olarak kabul ettirmişti.

Milton Arthur Paul Caniff, Ohio’daki Hillsboro’da 28 Şubat 1907’de doğdu. Doğumundan sadece dört yıl önce Wright kardeşlerin ilk uçaklarını geliştirdikleri Dayton kasabasında büyüdü ve daha lisedeyken bile çizgiromana eğilimli olduğunu belli ettmeye başladı.

Dayton Journal’a dışarıdan katkıda bulundu ve bir zamanların başkan adayı James M. Cox’un sahibi olduğu komşu gazete Miami Daily’de boş vakitlerinde çalıştı. Lisedeyken genç Caniff okul gazetesi için bir bant karikatür yarattı ve mezun olunca da bu bantları Chic and Noodles isimli bir kitapta topladı.

Ohio Devlet Üniversitesi’ne girip güzel sanatlar okuyan Caniff burada çizgiromanın tarihinde dönüm noktası olacak bir konuya ilgi duymaya başladı: oyunculuk. Okul yıllıklarını ilüstrasyonlar ve süslemelerle doldururken, bir yandan da kampus içerisindeki tiyatro faaliyetlerinde başrollerde oynuyordu. Sonradan orta-batı kuşağının ilham kaynağı olacak üslubun sahibi olan Ohio’daki karikatür editörü Billy Ireland’ın bir sözü yüzünden, sahne ışıklarının altında yükselmek fikrinden çoktan caymıştı aslında: “Sen mürekkep hokkana sadık kal genç adam, oyuncular bazen yiyecek ekmek bulamıyorlar.”

Üniversite yıllarında Columbus Dispatch’deki part time işi, 1930 yılında mezun olunca gazetesin sanat bölümünde fulltime kadrolu bir işe dönüştü, fakat kısa süre sonra kovuldu. Büyük Bunalım’ın yol açtığı yıkım gazeteleri vurmaya başlamıştı ve ekonominin bu zor günlerinde “işe son giren ilk kovulur” kuralı uygulanıyordu. Caniff, Ohio State Journal’da çalışmış olan karikatürist arkadaşı Noel Sickles ile birlikte bir çizim atölyesi açtı ve bir yandan da küçük bir tiyatro topluluğunda elinden gelen her işi yapmaya devam etti.
Dispatch’deki işini kaybetmesinden sadece üç ay sonra Caniff, New York’daki Associated Press’den bir teklif aldı. Anlaşılan, AP’nin orta batı büro şefi beğendiği yerel işlerden seçmeleri merkez ofise gönderiyordu, Caniff’in çizim tarzı da merkezdeki editörlerin dikkatini çekmişti.
1932 yılında birilerinden borç para alarak geldiği New York City’de Caniff kısa süre içinde hem şöhretini yaygınlaştırmaya hem de karikatür figürlerinden uzaklaşıp dergi ilüstrasyonlarına yönelen çizim tarzını geliştirmeye başladı. AP’de bir dizi baş döndütücü sorumluluk üstlenmişti: haber ve spor sayfalarını resimlemek; portre ve konu vinyetleri çizmek; kibirli Major Hoople tarzı bir karakter olan Mr. Gilfeather isimli bir kahramana tek karelik maceralar çizmek (bu ismi Al Capp diye bir geçten almıştı); buradaki hikaye sonradan The Gay Thirties başlığıyla sürdürmek (Clare Briggs, H.T. Webster ve J.R. Williams tarafından popülerleştirilen insanlık hali hikayeleri); ve nihayet, çocuklar için Puffy the Pig isimli bir şiir ve karikatür karesi yapmak.

Ardından, 1933’de Caniff’e bir maceraya dayanan bant karikatür çizmesi teklif edildi. Hem yıllardan beri böyle bir bant çizmek isteyen (önceki girişimleri defalarca reddedilmişti) hem de ofisteki fotoğraf rötüşleme gibi angarya işlerden kurtulmak isteyen Caniff, bu fırsatı kaçırmadı. Bandın hedef kitlesi çocuklardı, ama bir yandan da içerisinde aksiyon, macera ve romantizm olacaktı. Dickie Dare isimli bu bantta Caniff macera ve mizah konusundaki üstün yeteneğini sergiledi, - hem de on yıl önce, ikinci dalganın diğer öncüleri olan Roy Crane ve Harold Gray’in maceralı öykülerinden hiç de geride kalmayan bir düzeyde.
Dickie, birçok kişiden daha canlı bir hayal gücüne sahip olmasıyla dikkat çekse de, ortalama bir Amerikalı erkek çocuktu. Başlangıçta bantta işlenen konu, Dickie’nin hayali, efsanevi ya da tarihi kahramanlarla yaşadığı gündüz düşü karşılaşmalardı. Tıpkı Hollywood’yn Little Nemo’su gibi Dickie de Robin Hood’la birlikte ata biniyor, korsanlarla denize açılıyor, hatta İsa peygamberin doğumu sırasında Nasıra kentinde bir hafta geçiriyordu.

Caniff’in sanatsal yeteneği düzenli olarak gelişti ve birkaç ay içerisinde oldukça çekici çocuk bantları çizer hale geldi. Caniff bir çizer olarak olgunlaşırken, bant hikayere de giderek sofistike hale geliyordu. Dickie Dare, Little Orpan Annie ve Baby Thatcher gibi çokuk karikatürleri geleneği içerisinde başlamıştı, zaman zaman tehlike ya da şiddet unsurları içerse de sonuçta çocuklar içindi. Tarzan ve Buck Rogers ise başka bir janra ait görünüyordu. Fakat 1933 ve 1934’de yaşanan dikkat çekici yaratıcılık patlaması, yetişkin odaklı yeni ve heyecan verici çizgi bantkarın zirveye çıkmasıyla sonuçlandı: Secret Agent X-9, Flash Gordon, Red Barry, Brick Bradford. Hatta Tim Tyler’s Luck bile rutin sayılabilecek bir genç erkek çocuk bandı olarak başlamış, sonradan egzotik ortamalarda alttan alta gerçek hayat göndermelerini yapar hale gelmişti.

Caniff sanatını icra ederken iki tane tavsiyeyi kendisine referans aldı: "İlki, gazetede bir köşe çizmenin, çocuklar mutlu olsun diye kağıttan şirin oyuncaklar yapmak olmadığının bana hatırlatılmasıydı. Eğer köşe, gazetenin satışına katkıda bulunmuyorsa hiçbir işe yaramıyor demektir. İkinci tavsiye ise Dispatch'in yönetici editöründen gelmişti: 'Daima gazetenin parasını ödeyen adamı hesaba katarak çizim yap. Eğer babaları gazeteyi satın alıp eve getirmezse, çocuklar senin çizdiklerini asla göremezler.'"

Böylelikle 1934'ün mayıs ayında Dickie Dare'in işlediği konularda keskin bir "ince ayar" yaşandı. Halk kütüphanesinde geçen yine bir gündüz düşü macerasının sonunda Dickie, akşam karanlığında evine doğru yürürken, birden bire üzüntüyle tüm maceralarının sadece hayal ürünü olduğunu kendisine itiraf eder. Tabii ki Caniff yumuşak bir müdahaleyle kahramanını bu dertten kurtarmakta gecikmeyecektir. Birgün Dickie'nin karşısına çıkan hatırı sayılır aile dostu Dynamite Dan Flynn, uzak ülkelere yapacağı yolculuklarda oğullarının da kendisine eşlik etmesi konusunda Bay ve Bayan Dare'i ikna eder.
Birden bire Dickie Dare inandırıcılık ve çekicilik düzeyi yükselmiş yepyeni bir çizgi bant haline gelir. Kahramanımız okurların gözleri önünde silah kaçakçılarıyla, yalan söyleyen, aldatan, adam kaçıran, cinayet işleyen kötü adamlarla uğraşmaya başlayınca, Dickie'nin dünyası hayatın gerçekleri arasındaki yerini alır. Caniff'in çizim tarzı o sıralarda oldukça karikatürvaridir aslında, hala tam anlamıyla gerçekçi değildir, karikatüre özgü abartılar ve form bozulmalarına hala rastlanmaktadır, ama "olduğu gibi" çizmeye doğru kararlı bir çaba da belli olmaktadır.
Caniff ve Dickie’de yaşanan bu değişim için, New York Daily News’daki Captain Joseph Patterson aracılığıyla gelen bir ilham kaynağından daha bahsetmek mümkün. Gazete ve onun içerik pazarlama ajansı, çocuklar için değil, gerçek okur ve gerçek müşteri olan yetişkinler için üretilmiş macera bantları aramaktaydı. Ve Caniff bir yandan Dickie Dare üzerinde çalışırken, öte yandan da sonradan Tery and the Pirates adını alacak yeni bir bant için görüşmeler yapmaya başlamıştı. Efsane odur ki, Patterson Terry adını Caniff’in hazırladığı uzun bir listeden seçmişti ve “the Pirates”ı da konuyu anlatması itibariyle değil, yalnızca ses uyumu açısından hoşuna gittiği için kendisi eklemişti. Gerçi klasik anlamda birkaç korsan da Terry’nin maceralarında boy gösterdiler arada sırada.

Caniff’in ilk Terry bantları Ekim 1934’te yayımlandı ve bu geçiş sanatçının zor günler geçirmesine yol açtı. Dickie’nin son maceraları çıkarken Terry’ninkiler başlamıştı. Zaten Associated Press’den avans almış olduğu için, yeni işvereni olan ajansın telif ödeme günü gelinceye kadar Caniff, iki ayrı işi birden gazetelerde yayımlanıyor olmasına rağmen, bir dönem boyunca parasızlıktan aç bilaç yaşamak zorunda kaldı.
Daha ilginç bir geçiş, çizim masası üzerinde yaşandı. Dickie Dare’in son bölümleri Terry and the Pirates’ın ilk yılıyla belirgin bir benzerlik taşıyordu. Caniff açıkça yeni bandın ilk dönemlerini sevdiği karakterler ve hikaye yapıları üzerinde ince ayarlar yaptığı bir deneme yanılma ve eskiz defteri olarak kullandı. Dickie siyah saçlı bir delikanlıydı, Tery ise on yaşında ve sarışındı. Terry’den yaşça daha büyük olan koruyucusu Dan Flynn İrlandalı, yakışıklı, ama kadınlar konusunda biraz çekingen bir genç adamdı. Onun ikizi (ama sarışın değil esmer) Pat Ryan’dı. Dickie’nin aşkı, Kim Sheridan isimli zengin ve şımarık bir kızdı. Onun Terry’deki karşılığı ise Normandie Drake’di ki, her iki kız da çocukların yetişkin koruyucuları olan delikanlılarla gelip geçici gönül ilişkileri yaşıyorlardı.
İlk bölümde Terry ve Pat (Connie isimli karikatürize bir Çinli ile birlikte) Uzak Doğu'dadırlar. Ve Caniff'in yarattığı atmosfer de, efsanevi Douglas Fairbanks filmlerinin erken bir habercisi gibidir. Böylesine şaşırtıcı, derin ve devrimci bir dönüşümün yalnızca Alex Raymond (Flash Gordon'un yaratıcısı) tarafından sergilendiği o sıralarda, Caniff de bir yıl içerisinde bir gerçekçilik ve duygu başyapıtı yaratacaktı.

Bu evrimin temel faktörü, Caniff'in işyerinde Ohio'dan eski arkadaşı olan Noel Sickles'ın da çalışmaya başlamış olmasıydı. Associated Press, Sickles'ı Scorchy Smith isimli başka bir bandı çizmesi için işe almıştı. Animasyonun öncülerinden Paul Terry'nin kardeşi John Terry tarafından yaratılmış bir havacılık destanıydı bu bandın konusu. Sickles gerçekçi çizimler ve hayatın içinden kahramanlar aracılığyla hikaye anlatmaya kolayca uyum sağladı. Harold Von Schmidt'in Willa Cather'ın Death Comes for the Archbishop'ı için için yıllar önce çizdiği ilüstrasyonlardan etkilenerek, nesneleri hem kontürleri hem de gölgeleriyle tanımlayan gösterişli siyah fırça darbeleriyle, çizgiromana gerçekçilik ötesi ve izlenimci yeni bir anlayış getirdi. Tonlama ve gölgelerle sürekli deneyler yaptı ve bu teknik arayışlarını yıllarca sürdürdü. Sickles aralarında Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz'inin de bulunduğu birçok önemli eseri resimledi ve yüzyılın en büyük ilüstratörleri arasında yerini aldı.
Sickles'ın arkadaşı Caniff üzerindeki etkisi dikkat çekiciydi. Terry'deki figür ve arka planlar giderek daha gerçekçi hale geldi ve sonunda iki çizer arasındaki fiziksel yaşam ortaklığı verimli bir işbirliğine de dönüştü. Yıllarca Caniff hem kendisinin hem de arkadaşının banlarındaki konuşma balonlarını, kalgrafileri yazdı, Sickles da çizimlerin çoğunun yükünü taşıdı. Sickles Terry'ye destek olmaya ta 1941 yılına kadar devam etti (kendisi Scorchy'yi bıraktıktan çok sonra bile) ve Pat Ryan ile Scorchy Smith'in karakterlerini tıpatıp aynı çizgide geliştirirken de hiç bir itirazla karşılaşmadı.
Her iki sanatçıyı etkileyen başka bir şey de sinemaydı. İşlerini teslim etmeleri gereken en son gün geldiğinde bile bizim kafadarlar Manhattan Doğu Yakası’nda Tudor City semtindeki dailerinden sessizce sokağa süzülüp çevredeki sinemaları dolaşırlardı. Önceleri eğlencesine başladıkları bu hobi sonunda doğrudan işlerini etkilemeye başladı: Caniff’in diyalog ve karakter yaratma teknikleriyle Sickles’ın kompozisyon ve geçiş teknikleri, hep seyrettikleri filmlerden besleniyordu. D.W. Griffith'in ölümsüz filmi Birth of a Nation, defalarca seyrettikleri ve en çok etkilendikleri filmlerin başında geliyordu (işin komiği, bir kuşak sonraki Avrupa sinemasının yönetmenlerinden Resnais ve Fellini de kendi işlerini yaparken Caniff’den etkilendiklerini söyleyeceklerdi).

Terry and the Pirates’daki hikaye sürekliliği ve içerik, 1935’in sonuna doğru öylesine olgunlaştı ve “yetişkinleşti” ki, ne kendi geçmişinde ne de diğer tüm bant karikatürlerde görülmedik boyutlara ulaştı. Kimi zaman daha şiddetli ya da daha egzotik, ama hep daha karmaşık ve daha yetişkin hikayeler oldular. Mesela Pat Ryan’ın Normandie Drake ile yaşadığı bir romantik kaçamak, sık sık yaşandığı gibi, hem ailenin işgüzar teyzesi tarafından yarıda kesiliyor hem de ardından aceleci sevgililer arasında yaşanan bir kavgayla sonlanıyordu. Normandie de neredeyse tamamen inadına, bir sosyete züppesiyle evleniyordu. Burada önemli olan, bir macera dizisinin en azından belirli bir bölümünde, silahlara, yumruklu kavgalara falan yer vermeden, okurların gerçek gündelik hayatında karşılığı olan özgün duygu ve ortamlarıyla ilgili bir hikayenin anlatılıyor olmasıydı. Caniff bant karikatür tarihinde ilk kez empati yeteneğini hikayeye yansıtıyordu ve okurlar da yanıt vermekte gecikmediler.

Caniff’le birlikte bant karikatür karakterlerinin rolü, işlevi ve samimiyeti, yepyeni boyutlara taşındı. Başka bir mizah ya da macera bandında (özellikle de Flash Gordon gibi görselliğin öne çıktığı yapıtlarda) rastlanmayan bir düzeyde, Terry and the Pirates’da güçlü ve çok katmanlı kişilikler rol aldılar. Karakterleri benzer bir özenle tanımlanmış diğer tek bant Little Orphan Annie’ydi, fakat Harold Gray onları başka bir amaç ve anlayışla, insan portresinden çok birer sembol olarak tasarlamıştı.

Caniff zaman zaman hikayelerindeki oyuncuları kendi arkadaşlarından, tanıdıklarından, hatta film yıldızlarından ilham alarak yaratıyordu (söylediğine göre, sinemada seyrettiği filmler ona yalnızca ilham vermekle kalmamış, okurlarına seslenecek tipik toplumsal karakter özelliklerini kestirme yoldan alabileceği birer başvuru kaynağı da olmuştu). Caniff’in ayrıntılı karakter tanımlama çalışmaları, çizgi roman tarihinde bir zirve noktasını oluşturmaktadır.
1940 yılında Çin'de savaş bütün hızıyla devam ederken Terry, Pat ve birkaç arkadaşı, kendierini bu ülkenin ıssız topraklarında terk edilmiş halde bulurlar. Tıpkı kahramanlarımız gibi, Amerikalı bir kadının himayesi altında olduklarını söyleyen çaresiz durumdaki bir grup Çinli savaş yetimiyle karşılaşırlar tesadüfen. Hayatta sıkışıp kalmış durumdaki Ryan'ı kendine hem yardımcı hem de koruma olarak tutmuş olan soğuk karakterli Raven Sherman'ın da aralarında olduğu bu tuhaf grup, Çin ovalarında maceradan maceraya koşar.
Raven isimli bu kadın bir yıl boyunca hikayelerde ya ana aktör ya da arka plan figürü olarak, ama mutlaka varlığını bir şekilde hissettiren gerçekçi bir figür olarak yer alır. Yavaş yavaş sert karakterinin yumuşamasını izleriz, özellikle de bir baltaya sap oılamamaış kaba saba rıhtım işçisi Dude Hennick ile karşılaşıp ona aşık olduktan sonra. Bu zor ilişki Raven'la birlikte büyüyüp değişmiş olan okurların ilgisini çekecektir tabii ki. Ardından gerçek hayatın normal hallerinden biri olmasına rağmen çizgiromanlarda nadiren karşımıza çıkan bir gelişme olur: Raven öldürülür.

Ve tarihe geçen o gün, bant upuzun karamsar havalı tek bir kare olarak yayımlanır: Terry ve üzüntüden yıkılmış haldeki Dude, ıssız Çin düzlüklerinde derme çatma bir mezar yaparak Raven'ı gömerler. Okurlar şaşkınlık içindedirler, hatta şok olmuşlardır; tıpkı hikayedeki karakterler gibi. Bu olay üzerine Caniff binlerce mektup ve telgraf alır, hatta gazetenin ofisine çelenk gönderenler bile olur. Hayatının sonuna kadar Raven'ın her ölüm yıldönümünde Caniff okur mektupları almaya devam edecektir. Bütün bunlar bir günlük gazetenin küçücük bir köşesi için çizilmiş birkaç resim ve kelimenin yarattığı etkidir. Caniff'in eli değdikten sonra çizgiroman denilen şey, Amerikan kültürel hayatının yeni unsurlarından biri olarak yerini perçinlemiştir.

Caniff’in kişilikleri yansıtmada kullandığı temel araç ne yüz ifadeleri ne de vücut diliydi, am bu iki unsuru da ustaca kullanarak yarattığı diyaloglardı. Karikatürün doğumundan bu yana karakterlerine bireysel “sesler” kazandıran ilk çizerdi (Harold Gray’in istisnai durumunu saymazsak); kendilerine özgü konuşma kalıpları, aksanlar, tuhaf ünlem sesleri ve orijinal mimiklerle onun kahramanları ete kemiğe bürünüyorlardı. Bazen hayatın anlamına dair derin laflar ediyor bazen de son derece yüzeysel konuşuyorlardı, ama her durumda, gerçek hayatta karşılığı olan ve kendilerine özgü bir ses tonları oluyordu. Caniff belki de sinema filmlerindeki diyaloglardan ilham alıyordu, ama Terry’yi üretirken kulaklarının da en az elleri kadar yetenekli olduğunu kanıtlamıştı.
1943 yılına gelindiğinde Amerika’nın savaşa girmesiyle artık Terry’de askerdedir. Eski akıl hocası Pat Ryan’ın yerini Albay Flip Corkin (adı Ohio State günlerindeki eski bir arkadaş olan Albay Phil Cochran’dan gelir) almıştır; ve gazetenin bir pazar günkü sayısında Terry’ye savaş hakkında baba nasihatları verirken görürüz onu: Ortalama bir erkeğin vatandaş olarak savaştaki rolü ve dayandığı toplumsal değerlerden bahseder. Hiçbir aksiyonun yer almadığı, sözel monologdan oluşan bir “konuşan beyinler” sayfasıdır bu. Öte yandan bir düzyazı başyapıtıdır, sanki II. Dünya Savaşı için yazılmış bir Gettysburg Hitabesi (Abraham Lincoln’ün 1863 tarihli, ünlü konuşması) sayılmayı hak edecek kadar heyecanlandırıcı ve samimidir. Başkan Roosevelt’in Dört Özgürlük konuşması ya da efsanevi savaş muhabiri Ernie Plyle’ın haberleri ya da Frank Capra’nın Why We Fight filmi gibi, karşı konulmaz ve etkileyiciydi. Tam metin olarak Kongre Kütüphanesi’ne kabul edilen ilk bant karikatür buydu.

Bu özel pazar sayfasını bu kadar başarılı yapan şeylerden biri de çizimlerin niteliğiydi. Birbirini takip eden yüzler göstermek yerine Caniff, bakış açısını radikal ve dramatik hareketlerle gezdirmişti. Caniff’in çizgiromana getirdiğ diğer bir temel yenilik de buydu. Kuşkusuz ki sinemadan etkilenmişti tabii, hikayenin içine işlemiş gizli aksiyonları vurgulamak amacıyla, tıpkı bir kamera gibi, yakın çekimlerden geniş açılara, silüetlere, tepe çekimlerine kadar her şeyi karelerinde kullanmıştı. Böylece güçlü bir hikaye, karakterlerin kişilikleri, çarpıcı diyaloglar ve başarılı çizgiler hepsi bir orkestranın üyeleri gibi bir araya gelerek, bir bant karikatür oluşturmuşlardı. Oysa o güne kadarki birçok çizer, bu bileşenlerin yalnızca bir iki tanesine ağırlık vermekle yetinmişlerdi.

Sickles ve Caniff'e özgü çizim tekniği hem okurların ilgisini çekmişti hem de çizgiroman mesleğinde iki sanatçının işbirliği yapmasını profesyonel gündeme taşımıştı. Fırçayla yaptıkları siyah-beyaz kontrastı ağırlıklı teknik, aslında çizimi daha kısa sürede tamamlamak gibi basit bir ihtiyaçtan doğmuştu. Öte yandan, gölge, tarama ve dokuları öylesine izlenimci bir yaklaşımla çiziyorlardı ki, orijinal iş bir gazete köşesinde basılacak şekilde küçültüldüğünde, ortaya tıpkı fotoğraflardaki gerçekçiliği yakalayan bir efekt çıkıyordu. Böylece bütün bir kuşak çizerler, yaptıkları işlerde "Caniff tarzı"nı yakalamak için çalışmaya başladılar.
1936 ve 1941 arasında Terry and the Pirates'da ele alınan hemen her karakter okurların ilgi odağı olmayı başardı. Caniff bu dönemde çok sayıda kadın karakter yarattı ve cinselliği bazen üstü örtülü bazen de daha açık bir üslupla karelerine taşıdı. İlk akla gelen kadın karakterler arsında ateşli, fettan ruhlu Burma, April Kane, Taffy Tucker, Hu Shee, Rouge ve Nasthalia (Nasty) Smythe-Heatherstone sayılabilir. Ama tüm gerçekçilik işaretlerine rağmen Terry bu ilk yılları boyunca hala egzotik mekanlar, tuhaf kanun kaçakları (örneğin Captain Judas ve Charles Laughton'dan ilham alan Sandhurst) ve seksi kadınlarla dolu bir fantazi dünyası anlatıyordu aslında.

Amerika'nın ikinci dünya savaşına girmesi bütün bunları değiştirdi. İçinde getçek "korsanlar" olan gerçek savaş, Terry and the Pirates'ın o güne kadar eksik olan sahicilik tarafını tamamlayabilir, Caniff'in olabildiğince gerçekçi tutmaya çalıştığı hikayelerine bir belgesel tadı da ekleyebilirdi böylelikle. Ama beklendiği gibi olmadı: Terry'deki -ve Caniff'in diğer tüm işlerindeki- o büyülü atmosfer, aslında romantik, ötedünyalı ve gözü kara bakış açısının nefes almasını sağlayan temel pencereydi. Bu özgün unsur, belki de Caniff'in yarttığı en güçlü karakter olan, hatta Terry'den bile daha keskin bir kişiliğe sahip Dragon Lady'de açıkça ortaya çıkıyordu.

Dragon Lady, farklı alt-anlamları bir araya getiren orijinal bir yaratımdı. Kötülüğün vücut bulmuş hali ve art niyetli bir yarı-Doğulu gizli gücün, insanı çaresiz bırakan, baştan çıkarıcı bir güzellikte boy göstermesi, usta işi bir yaratıcılık örneğiydi. Gerçekten de, eğer tüm kötülükler çirkin yüzlerle karşımıza çıksalardı, günah işlemeyi reddetmek daha kolay olmaz mıydı? Ama savaş yılları söz konusuydu ve Caniff bir seçim yapmak zorundaydı. Dragon Lady eskiden yaptığı gibi, Çin'in düşmanlarıyla (Amerika'nın düşmanları değil) işbirliği mi yapacaktı, yoksa Çinliler'in tarafını mı tutacaktı? Sonuçta "kötülüğün temsilcisi" imajının yaralanması uğruna, ama olabildiğince perde arkasında durmaya çalışarak, okurun gözüyle iyi adamlar kimse onların tarafına katıldı. Ve beklenen gelişme yaşandı. Caniff'in baştan beri anlattığı yasa tanımaz kabadayıların dünyası yerini askeri konuların işlendiği, vatani sorumluluk duygusunun propagandasının yapıldığı hikayelere bıraktı.

Caniff'in ötedünya meselelerine değil belki, ama egzotik dünyalara gösterdiği son ilgi patlaması, ironik biçimde, savaşın en yoğun günlerinde ortaya çıktı. Üniforma giyip bizzat askere gitmeyen Caniff, ülkesinin verdiği savaşa çizgileriyle ve özel projeleriyle hizmet etti: sadece askerlere dağıtılan kışla bültenlerinde yer almak üzere, Terry'nin normal gazetelerde hiç yayımlanmamış özel (ve biraz daha açık saçık) maceralarını çizdi. Bağlı olduğu News Syndicate, telif hakkı uyuşmazlığı yüzünden buna itiraz edince de, Male Call Starring Miss Lace isimli yepyeni bir bant ve yeni karakterler yaratmakta gecikmedi.
Eğer politik konular karikatüristi Thomas Nast'i Başkan Lincoln'ın sözleriyle "Kuzey'in en başarılı askere alımdan sorumlu çavuşu" sayacak olursak, Milton Caniff de hiç kuşkusuz, II. Dünya Savaşı boyunca Amerika'daki en başarılı moral subayıydı. Yarattığı yeni bant baştan sona askeri hayatın iç yüzüyle ilgili esprilerle doluydu ve elden ele dolaşıyordu. Birkaç yüz defa kışla bültenlerinde yer aldıktan sonra, iki kez de kitap formatında yayımlandı.

1945 yılında Caniff bağlı olduğu telif ajansını değiştireceğini ve yeni bir bant karikatür yaratacağını açıkladı. Cesur bir hamleydi bu, artık herkesçe kabul edilmiş olan başarılı bir kariyerden gönüllü olarak emekliye ayrılıyordu; ama aslında Caniff fethedecek yeni dünyalar arıyordu sadece. Tam olarak da, yaratıcılık sürecinde daha fazla söz sahibi olabileceği ve telif hakkı gelirlerinden de daha fazla pay alabileceği bir ortam arıyordu. Liberal görüşlü zengin işadamı Marshall Field'in (King Features Syndicate'in dağıtım ağının da yardımıyla) yayımladığı gazetelerin amiral gemisi olan Chicago Sun-Times'a transfer oldu ve Steve Canyon isimli yepyeni bir bant yarattı.

19 Ocak 1947 günü yayın hayatına başlayan Canyon isimli kahraman, savaş sonrası dönemde kendisini “göklerde gezen lejyoner ruhlu işadamı” gibi gören eski bir hava ikmal pilotudur (bu arada Terry, George Wunder isimli sanatçı tarafından çizilerek 1973 yılına kadar devam etmiştir). Böylelikle Canyon dizisi, Caniff’in içindeki dünyayı dolaşmak ve hayatı kendi kurallarına göre yaşayan sert insanlardan olmak eğilimlerini, kahramanları aracılığıyla ve zamanına göre de epey yüksek teknolojili biçimde karşılamış oluyordu. İlk hikayeler heyecan vericiydi ve sanatçı, çoğu kadınlardan oluşan unutulmaz bir kahraman kadrosu kurmaktaki başarısını bir kez daha kanıtlamıştı: Felaket habercisi Copper Calhoun, Poteet Canyon, Herself Muldoon, Miss Missou, Princess Sunflower, Madame Lynx ve Doe Redwood gibi…
Sonra yeni bir savaş Kore’de başladı ve ardından da Vietnam’da derken, ‘50’lerden ‘70’lerin sonuna kadarki dünyanın değişmez arka fonu olacak Soğuk Savaş’ın hiç bitmeyen alacakaranlığı kaplıyordu ortalığı. Canyon yeniden askere çağrılmıştı ve sık sık üniformayla boy gösteriyordu maceralarında; hatta bir ara CIA için bile çalıştı. En iyimser okurların gözünde bile Canyon artık haftanın yedi günü tekrarlanan bir “askere alma afişi” giydi artık. Daha kötümser okurlar ise Caniff’in Terry and the Pirates döneminde başarıyla sergilediği o büyülü “macera, karakter ve diyalog yaratma” formülünü artık kaybettiğini düşünüyorlardı.

Artık hikayelerin çoğu zekice kurgulanmış olmaktan çok, kafa karıştırıcı bulunuyordu. Caniff yarattığı karakterlerle oyunlar oynamaya başlamıştır artık. Okurlar yeni tanıştıkları her karakterin isminin gerçek hayattaki birisinin karikatürize edilmiş kelime oyunu versiyonu olup olmadığını düşünmeye başladılar. Diyaloglar da hem gerçek hayattaki doğallıktan çok, sanki sahnede söyleniyorlarmış gibi bir rotaya girmişti hem de mizah dozu gözle görünür biçimde yükselişe geçmişti. Son olarak Caniff’in çizimleri de Terry’deki göz alıcı manzaralar ve duygusal yakın planlarla karşılaştırıldığında, epey statik ve rutin bir görünüme girmişti. Bu durumun sebeplerinden birisi de son asistanının (yıllar içerisinde birçok yardımcısı olmuştu) çinileme işini yapmak yerine ilk kurşunkalemleri çizmesi, Caniff’in de bütün kompozisyon ve bakış açısı ayarlamalarını bu taslak üzerine oturmasıydı. Macera bant karikatürlerinin gazeteler tarafından reddedildiği 1970’li ve ‘80’li yıllardaki bir dönem boyunca Caniff de daha hafif hikayelere yöneldi, Canyon’ın yeğeni Poteet ve onun tuhaf arkadaşı Bitsy Beekman’ı öne çıkarttı. Ayrıca Canyon’ı Summer Olsen isimli bir kadınla evlendirerek, hikayedeki pek çok maceraperest gerilim unsurunu rafa kaldırdı.
Caniff’in Steve Canyon işlerinin son yıllarındaki, -sanatçı 3 Nisan 1988’de öldü-, tek egzotik macera izleri, Steve’in kendisini tarihi yolculuklar yaparken ya da eğlenceli maceralara atılmış olarak bulduğu uzun rüya sahneleriydi. Böylece Steve Canyon’ın son bölümlerinin “havada kalmış” Dickie Dare hikayelerine benzemeye başlamasıyla, Caniff’in kariyeri de tam bir çemberi tamamlamış oluyordu.

-------------------------

Bu yazıyı 2005 yılında Serüven dergisi için İngilizce’den çevirmiştim. – Melih Cılga -

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder