2 Ağustos 2009 Pazar

Aylaklık ve Oyun İlişkisi


(kalabalığın ters yönünde yürürken, sosyal hayatı uzaktan seyreder...)
- Edvard Munch, “Karl Johan Kapısı’nda Akşam”, 1892 -

Aylak insan, başkalarından çok kendisi üzerinde çalışır... Sürdürülebilir bir yaşam tarzı olarak aylaklığı seçmenin sonuçlarından biri olarak da, havada uçuşan birtakım niyetler içerisinde gezinirken sokakta, karşısına çıkan rastlantılarla o henüz plana programa dökülmemiş arzuları arasında kurduğu sezgisel bağları herkesten daha çok önemsemek zorunda kalır sürekli…
Çaba ve özen gerektiren bir uğraş olarak aylaklığın kaçınılmaz yoruculuğu, biraz da bu sezgilere yapılan yatırımdan gelir…
Kuşkusuz, sürekli kendisi üzerinde “çalışan” insanların da eğlenmeye hakkı var… ama eğlencenin tanımlarından biri de “kendinden geçmek ve kendini unutmak” olduğu için, aylakların “çalışmadıkları” zamanlardaki eğlencesi, ister istemez gerçekle rüya arasında, “mesafeli tutku” da denilebilecek zamanda-ayrık buluşmalardan ibaret ve yine kendi içine dönük heyecan dalgaları biçiminde yaşanır…
Kendi kendine eğlenmeye çalışan aylak insan, sürekli en az iki kişilik taşır üzerinde mağrurca: Seyreden ve seyredilen
Hayatı seyrederken aynı zamanda kendisinin de başkalarının gözünde “seyredilen bir nesne” olduğunu fark ettiği anlarda utanır sadece, kendi içinde daha derinlere düşer, tutku (ve endişe) mesafesi biraz daha açılır… Aylakların genellikle kendilerini kolay eğlendirebilmeleri biraz da bu utancı kendilerine yakıştırmalarındandır…
En basitinden, "şu hayatta kesintisiz huzur hali arıyorum" diyen fuzuli tiplerin nafileliğini "sıfır noktası" aldığımızda ve aylaklar için "kesintisiz ve sürdürülebilir" tek halin belirsizlik olmasından hareketle, aylak insan, eğlenceyi de ciddiye almak zorunda kalır: Tıpkı huzur gibi, eğlenceyi de ancak "zamanda ayrık" ve yine uçucu kaçıcı algılamalar halinde yaşayabileceğini “sezinler” çünkü…

Aylak, şehrin sokaklarında hareket ettikçe, kafasında yarattığı ipuçları, işaretler ve ritüellerin “gerçekleşme” ihtimalini yükseltir: Kendisini ya da çevresini aslında olduğundan başka bir şeye “dönüştürme umudu”, güvensiz ve tekinsiz bir mesafeden seyrettiği hayata müdahale kabiliyetinden mütevellit bir matematik bilmecesidir, ciddiye alınan bir oyundur artık onun için…

Sürdürülebilir tek sosyalleşme biçimi oyun oynamaktır belki de, kim bilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder