7 Aralık 2016 Çarşamba

Bilme Hakkı ve Suriyeli Mültecilerin Entegrasyonu

 

Açık veri ve veri gazeteciliği çerçevesindeki temel başlıklardan biri de, araştırmacıların ve gazetecilerin 4982 sayılı “bilgi edinme hakkı” yasasını kullanarak, devleti daha fazla açık veri paylaşmaya teşvik etmesi.
Öte yandan, son iki yıldır veri gazeteciliği araçlarını kullanarak araştırdığım konulardan biri, Suriyeli mültecilerin Türkiye toplumuna entegrasyonu sırasında yaşanan zorluklar ve sağlanan ilerlemelerdi.
2016 yılında kazandığım bir araştırma bursu sayesinde, hem “bilgi edinme hakkı” hem de mültecilerin entegrasyonu konusunu birleştirebileceğim bir proje yapma fırsatı buldum. (Aşağıda ayrıntılarını bulacağınız bu çalışma, Punto24 ve Article 19 tarafından geliştirilen, Guardian Foundation tarafından desteklenen Bilme Hakkı Projesi kapsamında gerçekleştirilmiştir.)
Söz konusu “Bilme Hakkı Projesi” çerçevesinde, Suriyeli mültecilerin topluma entegrasyonu konusunda çalışan altı farklı devlet kurumuna otuz civarında soru gönderdim. Kimi kurumlar sorularımı bilgilendirici biçimde yanıtlarken, kimi kurumlar da kesinlikle tatmin edici olmayan, geçiştirme amaçlı kısa cevaplarla yetindiler. Bu noktada özellikle AFAD’ın ketum tutumunun altını çizmek isterim. AFAD’a gönderdiğin altı adet ayrıntılı soru karşılığında, sadece şöyle bir cevap aldım: “İstediğiniz bilgilere Başkanlığımız web sitesinde ulaşabilirsiniz. Web sitemizde yer alan bilgiler dışında paylaşım yapamıyoruz. Teşekkürler.”
Bilgi edinme hakkı yasası, sorularına tatmin edici cevap alamayan vatandaşların Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na yazılı itiraz dilekçesi göndererek, cevaplanmayan sorular konusunda ısrarcı olmasına olanak tanıyor. Ben de öyle yaptım ve AFAD’ın sorularıma cevap vermemesi üzerine BEDK’ya itiraz dilekçesi gönderdim. Fakat sonuç değişmedi ne yazık ki, BEDK itirazımı reddetti ve sorularım cevapsız kaldı.
Bu proje kapsamında soru gönderdiğim tüm devlet kurumlarını ve gelen cevapların ayrıntılı dökümünü aşağıda bulabilirsiniz.

Başbakanlık’a sorulan sorular

1) Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki barınma ve yaşam koşullarıyla ilgili resmi politikaların belirlenmesi sürecinde, 2011’den günümüze kadar STK’lar, özel üniversiteler, iş dünyası temsilcileri gibi devlet dışı (sivil) kurum ve kuruluşların hangileriyle ve hangi tarihlerde görüş alışverişi toplantıları ve kamuoyuna açık çalıştaylar yapılmıştır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
2) AB ile yürütülen müzakereler çerçevesinde Türkiye’nin çekince ve görüşlerinin yer aldığı Meşruhatlı Yol Haritası’nda belirtildiği üzere, Türkiye’nin Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ndeki “coğrafi sınırlamayı” kaldırmayı ancak AB’ye tam üye olma aşamasında değerlendireceği doğru mudur? Eğer doğru ise, coğrafi sınırlamanın kaldırılması için AB üyeliğinin beklenmesinin ve şart koşulmasının gerekçesi nedir?
12.04.2016 AB Bakanlığı'ndan gelen yanıt: Suriye’deki savaştan ve kötü yaşam koşullarından kaçan Suriyeliler sığınmak için AB ülkelerine gitmek istemiş ve bu durum AB genelinde ciddi bir siyasi krize yol açmıştır. Suriyeli sığınmacıların AB ülkeleri tarafından kabul edilmemesi aynı zamanda ciddi bir uluslararası insani soruna da neden olmuştur. Ülkemizin AB ülkelerine sığınmak isteyen Suriyelilerle ilgili soruna ilişkin olarak insani mülahazalar çerçevesinde 7 Mart 2016’da AB’ye yaptığı öneri AB ülkeleri tarafından ele alınmış ve 18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile AB arasında kamuoyuyla da paylaşılan bir mutabakata varılmıştır. Türkiye, bu mutabakatla AB ülkeleri tarafından ciddi bir güvenlik sorunu olarak görülen Suriyeli sığınmacılar meselesinin insani koşullar çerçevesinde çözülmesini amaçlamıştır. Mutabakatın diğer önemli unsurları, Türkiye ile AB arasındaki vize muafiyeti sürecinin hızlandırılarak Vize Serbestisi Yol Haritasında belirtilen kriterlerin karşılanmasının müteakip vize muafiyetinin Haziran 2016 sonuna çekilmesi ve Türkiye-AB katılım müzakerelerinin hızlandırılmasıdır. Bu çerçevede de ilk olarak 33 numaralı fasıl olan “Mali ve Bütçesel Hükümler” faslının açılmasına yönelik hazırlıklar tamamlanmak üzeredir.
3) “Geçici koruma” statüsündeki Suriyeliler ve “şartlı mülteci” statüsündeki diğer sığınmacılar, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin gerçekleşmesine kadar geçecek uzun yıllar boyunca, uluslararası hukukta mültecilere tanınan hangi haklardan mahrum olacaklardır? Mahrum oldukları bu hakları telafi etmek ve sığınmacıların Türkiye toplumuna entegrasyon sürecini kolaylaştırmak amacıyla, hükümetin hayata geçirmeyi planladığı yeni idari önlemler var mıdır?
19.4.2016 Göç İdaresi'nden gelen yanıt: Ülkemiz, bölgesinde edindiği zor tecrübeler nedeniyle, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne uygulanan coğrafi kısıtlamanın kaldırılması yönündeki politikasını; 2008 Ulusal Programında ve İltica Göç Yol Haritasında da belirttiği üzere, “Avrupa Birliğine katılım müzakereleri sırasında etraflıca ele alınarak, tam üyelik antlaşmasının imzalanmasıyla kaldırılmak üzere, ülkemize doğrudan bir mülteci akınını teşvik etmeyecek şekilde, gerekli mevzuat ve altyapı değişikliklerinin gerçekleştirilmesine ve AB’nin külfet paylaşımı konusunda gerekli hassasiyeti göstermelerine bağlı olarak değerlendirilecektir.” şeklinde belirlemiş ve bunu yazılı ve sözlü olarak beyan etmiştir. Nihayetinde coğrafi kısıtlamanın kaldırılması konusu, Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifinde ele alınacaktır. Ülkemiz 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni “coğrafi kısıtlama” ile kabul etmiş olmasına rağmen tüm başvuru sahipleri (Avrupa’dan veya Avrupa dışından gelenler) ile geçici koruma kapsamında bulunan Suriye uyruklu yabancılar için herhangi bir hak kaybına mahal verilmeden hak ve hizmetlere erişimleri aynı oranda sağlanmaktadır. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 96. Maddesinde belirtildiği gibi Genel Müdürlük, yabancı ile başvuru sahibinin veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin ülkemizde toplumla olan karşılıklı uyumlarını kolaylaştırmak ve ülkemizde, yeniden yerleştirildikleri ülkede veya geri döndüklerinde ülkelerinde sosyal hayatın tüm alanlarında üçüncü kişilerin ara­cılığı olmadan bağımsız hareket edebilmelerini kolaylaştıracak bilgi ve beceriler kazandırmak amacıyla, kamu kurum ve kuruluşları, ye­rel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ile uluslararası kuruluşların öneri ve katkılarından da faydalanarak uyum faaliyetleri planlamakta ve yürütmektedir. Uyum politikaları planlanırken Geçici Koruma Statüsündekiler, Şartlı mülteci statüsündekiler veya diğer statüler olarak ayrım yapılmamaktadır, söz konusu uyum politikaları bütüncül olarak ve tüm yabancıların ihtiyaçları doğrultusunda planlanmakta ve uygulanmaktadır. Söz konusu faaliyetler saydamlık ilkesi gereğince Genel Müdürlüğümüz kurumsal web sitesinde düzenli olarak yayınlanmaktadır.
4) AB ile imzalanan mülteci anlaşması çerçevesinde AB’den ilk etapta gelecek olan 3 milyar Euro’nun hangi somut projelere harcanacağını denetleyecek olan Koordinasyon Komitesi’nde Türkiye adına hangi devlet kurumları ve hangi bürokratlar görev almaktadır? Projelerin saptanmasında ve yürütülmesinde bu devlet kurumları haricinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) gibi uluslararası kurumlar veya STK’larla hangi çerçevede nasıl bir işbirliği yapılacaktır? Her bir proje bazında yapılacak harcamalar ve alınacak sonuçlar, sivil kamuoyu denetimine açık olacak mıdır? Bu çerçevede bugüne kadar resmi olarak hangi projeler başlatılmıştır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
5) BMMYK’nın AB ile imzalanan mülteci anlaşmasını insan hakları ve uluslararası hukuka uygunsuzluk açısından eleştirmesi ve geri gönderme süreçlerinde aktif rol almayacağını açıklaması, AB anlaşmasının uygulanması sürecinde BMMYK’nın Türk makamlarıyla işbirliğini nasıl etkileyecektir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
6) Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde TOKİ tarafından yapılacak yeni konutlara şu anda Türkiye’nin batı illerinde yaşayan Suriyeli sığınmacıların yerleştirileceğine dair basında yer alan iddialar doğru mudur? Eğer hükümetin böyle bir projesi varsa, bunun doğu ve güneydoğu bölgelerindeki mevcut nüfusun demografik yapısını değiştirmek amacıyla yapılmak istendiği doğru mudur?
Yanıt: 31.3.2016 Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde TOKİ tarafından yapılacak yeni konutlara Türkiye’nin batı illerinde yaşayan Suriyeli sığınmacıların yerleştirileceğine dair iddialar doğru değildir. TOKİ kendisine verilen mevzuat çerçevesinde konut ihtiyacı olan yerlerde konut üretmektedir. TOKİ’nin konutlarını ancak Türk vatandaşları satın alabilmektedir.
7) Türkiye'ye 29 Nisan 2011’den itibaren giriş yapmaya başlamış ve son beş yıldır "kayıtlı olarak" Türkiye’de ikamet eden Suriyeli sığınmacıların çok yakında 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’na göre TC vatandaşlığı için başvurma hakları doğacaktır. Söz konusu sığınmacılara vatandaşlık verilmesi yönünde hükümetin herhangi bir kararı ya da hazırlık çalışması var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na sorulan sorular

 1) Geçici koruma altındaki Suriyelilere çalışma izni verilmesine dair 15 Ocak 2016’da yayımlanan yönetmeliğin ardından, bugüne kadar kaç Suriyeliye çalışma izni verilmiştir? İzin alan kişilerin yaşadıkları illere ve meslek gruplarına göre dağılımı nasıldır?
Yanıt: 13.04.2016: Geçici koruma kapsamında çalışma izni başvuruları Şubat 2016 tarihi itibarıyla kabul edilmeye başlanılmış olup istatistiki anlamda değerlendirilebilecek veri çalışmaları devam etmektedir.
2) Geçici koruma altındaki Suriyelilere çalışma izni verilmesinin yanısıra, mesleki niteliklerinin ve eğitim düzeylerinin bir veritabanına aktarılması, ardından Türkiye’nin sektörel ve bölgesel iş analizleri yapılarak, açık işyerlerinin ve yeni potansiyel alanların bu veritabanıyla karşılaştırılmasına dayanan kapsamlı bir istihdam planı yapılmış mıdır? Çoğunluğu Türkçe bilmeyen ve eğitim düzeyi Türkiye ortalamasının altına olan Suriyelilere iş bulmaları konusunda, İŞKUR veya başka bir kurum aracılığıyla herhangi bir mesleki danışmanlık ya da yönlendirme hizmeti sağlanmakta mıdır? Suriyelileri istihdam etmek isteyen Türk işverenlerin izin alma sürecinde izlemesi gereken prosedür nedir? Bu prosedür, 4817 sayılı kanunda belirtilen ve başka herhangi bir yabancıyı istihdam etmek için izlenmesi gereken standart prosedürden farklı mıdır?
Yanıt: 30.03.2016: BİMER başvurunuz incelenmiş olup, İŞKUR'u ilgilendiren boyutuyla ilgili Kurum mevzuatı çerçevesinde en az altı aylık geçici koruma süresini doldurmuş olan yabancıların İŞKUR’a kaydı alınmaktadır. Diğer sorularınız ilgili birimler tarafından değerlendirilecektir. Bilgilerinize sunulur.
 3) Söz konusu çalışma izni yönetmeliğiyle “ucuz işgücü” olma avantajını (!) kaybeden Suriyelilerin çalıştığı işyerlerini bundan sonra kayıt dışı çalıştırma, sigortasızlık, çocuk işçiliği gibi konularda daha sıkı denetlemek için bir idari hazırlık (örneğin özel denetçilerin, müfettişlerin atanması gibi) var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
4) Suriyelilerin Türkiye’ye giriş yapmaya başladığı 29 Nisan 2011’den çalışma izni yönetmeliğinin yayınlandığı 15 Ocak 2016’ya kadar olan beş yıllık dönemde, Suriyeli yetişkinleri veya çocukları kaçak olarak çalıştırması sebebiyle hakkında yasal işlem (cezai işlem) yapılan Türk işverenlerin sayısı kaçtır? Suriyelileri kaçak olarak çalıştıran bu işyerlerinin faaliyet alanlarına, bulundukları illere ve yıllara göre dağılımı nasıldır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
5) “Geçici koruma” statüsündeki Suriyeliler içerisinde 2011’den bugüne kadar Türkiye’de kendi sermayesiyle kendi işini kurmuş olan kaç Suriyeli vardır? İşveren statüsündeki bu Suriyelilerin kurdukları şirketlerin bulundukları illere ve faaliyet konularına göre dağılımı nasıldır? İstihdam ettikleri işçiler içerisinde Türk vatandaşlarının, Suriyelilerin ve diğer ülke vatandaşlarının oranı nedir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
6) Suriyeliler haricinde, çoğunluğu Afganistan, Irak, İran ve Afrika ülkelerinden gelmiş olan ve şu anda Türkiye’de “şartlı mülteci” statüsünde bulunan yaklaşık 400 bin sığınmacının geçimlerini nasıl sağladıklarına ve ne tür işler yaptıklarına dair bakanlığınızda herhangi bir bilgi veya kayıt var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne sorulan sorular

1) 29 Kasım 2015’te AB ve Türkiye arasındaki mülteci akınının durdurulmasına yönelik Eylem Planı’nın imzalanmasından itibaren bugüne kadar, düzensiz sınır geçişi hazırlığındayken güvenlik güçleri tarafından yakalanıp gözaltına alınan mültecilerin sayısı kaç kişidir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
2) Bu kişiler içerisinde halen gözaltında tutulanlar varsa, hangi kurumlarda tutulmaktadırlar? Gözaltına alınıp serbest bırakılanların bugünkü akıbeti (şu anda nerede yaşadıkları) hakkında kurumunuzda herhangi bir bilgi ya da kayıt var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
3) Gözaltına alınanlar içerisinde, kendi istekleri haricinde Suriye’ye zorla geri gönderilenler var mıdır? Mültecilerin savaş bölgelerine zorla geri gönderilmemesi (non-refoulment) prensibinin ihlal edilmesi durumunda, söz konusu kişilerin yasal haklarını arayacakları hukuki kanal ve imkânlar nelerdir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
4) Kendi isteğiyle Suriye’ye geri dönmek istediğini belirten sığınmacılarla Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü koordinasyonunda “gönüllü geri dönüş mülakatları” yapıldığı bilinmektedir. Bugüne kadar kaç kişiyle “geri dönüş mülakatı” yapılmıştır? Bu kişilerin ifade ettikleri “geri dönüş gerekçeleri” nelerdir?
Bu soruya yanıt verilmedi.

İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı’na sorulan sorular
      Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yardım etmek amacıyla 2011’den bugüne kadar izin başvurusunda bulunmuş, ama başvurusu reddedilmiş olan ulusal ve uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları (STK'lar)  hangileridir? Başvuruların reddedilme gerekçeleri nelerdir?
      Yanıt: 18.04.2016: Bilgi edinme başvurunuzda talep ettiğiniz Türkiye’de Suriyeli mültecilere yardım etmek amacıyla 2011’den bugüne kadar izin başvurusunda bulunmuş 95 Yabancı Sivil Toplum Kuruluşu bulunmaktadır. Bu kuruluşlardan 3’ünün başvurusu çeşitli sebeplerden dolayı reddedilmiştir.
      Nitekim 5253 sayılı Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası; “Yabancı dernekler, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının izniyle Türkiye’de faaliyette veya işbirliğinde bulunabilir, temsilcilik veya şube açabilir, dernek veya üst kuruluş kurabilir veya kurulmuş dernek veya üst kuruluşlara katılabilirler.” hükmünü amirdir. Türkiye’de Suriyeli mültecilere yardım etmek amacıyla faaliyette bulunmak isteyen Sivil Toplum Kuruluşları için herhangi bir başvurunun reddedilmesi söz konusu olmazken, bu konuda faaliyet göstermek isteyen Yabancı Sivil Toplum Kuruluşları için 5253 sayılı Dernekler Kanunun 5. Maddesinin ikinci fıkrasına göre Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının iznine tabidir.
      Bilindiği üzere, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun “İstenecek bilgi veya belgenin niteliği” başlıklı 7 nci maddesinin ikinci fıkrası, “Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler.” hükmünü amirdir.
      Bu doğrultuda, bilgi edinme başvurunuzda bahsi geçen 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu kapsamında yapılan başvurulara ilişkin hususlar ayrı veya özel bir çalışma gerektirdiğinden başvurunuz cevaplandırılamamıştır.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) sorulan sorular
1) Suriyeli mültecilerin gelmeye başladığı 29 Nisan 2011 tarihinden bugüne kadar, AFAD denetimindeki Geçici Barınma Merkezleri (kamplar) dâhilinde yapılan harcamalar ve şehirlerde yaşayan Suriyeliler için harcanmak amacıyla AFAD tarafından valilik ve belediyelere aktarılan toplam meblağların yıllara ve illere göre dağılımı nasıldır?
      Yanıt: 06.04.2016: İstediğiniz bilgilere Başkanlığımız web sitesinde ulaşabilirsiniz. Web sitemizde yer alan bilgiler dışında paylaşım yapamıyoruz. Teşekkürler.
      BEDK İtiraz dilekçesi tarihi: 07.04.2016.   03.05.2016 İtirazım BEDK tarafından reddedildi
      2) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) AFAD’a bağlı geçici barınma merkezlerinde (kamplarda) yürütmeye izinli olduğu faaliyet başlıkları nelerdir? 2011’den bugüne kadar, BMMYK’nın izin başvurusunda bulunduğu ama devlet tarafından reddedilen herhangi bir yardım ya da izleme / denetleme faaliyeti var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
      3) 18 Mart 2016’da AB ile imzalanan mülteci anlaşması kapsamında Türkiye’ye iade edilecek olan sığınmacı ve göçmenlerin barınması konusunda AFAD’ın rolü ve sorumluluğu ne olacaktır? Bu kişiler içerisinde, asıl menşei memleketine geri gönderilmeyip Türkiye’de yaşamasına izin verilecek olanlar, hangi AFAD kamplarına yerleştirilecektir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
4) AFAD kamplarına her türlü sivil ziyaretçi girişinin “güvenlik tehdidi” gerekçesiyle yasak olduğuna dair basında çıkan haberler doğru mudur? Doğru ise, söz konusu kampların özellikle STK’lar ve gazetecilerin ziyaretine / incelemesine yasaklanmasının gerekçesi olan “güvenlik tehdidi” tam olarak nedir?
Bu soruya yanıt verilmedi.
      5) AFAD’ın 2011’den bugüne kadar Suriye ve Irak sınırları içerisinde kurduğu barınma merkezleri (sığınmacı kampları) hangileridir? Bu kamplarda kimler kalmaktadır? Önce Türkiye’ye giriş yaptığı halde, sonradan Suriye ve Irak’taki bu AFAD kamplarına gönderilen sığınmacılar var mıdır?
Bu soruya yanıt verilmedi.
      6) Dini inanç açısından Ezidi, Alevi ve Hristiyan olan Suriyeli ve Iraklı sığınmacılar için 2011’den bugüne kadar AFAD’ın Türkiye içerisinde ve dışında gerçekleştirdiği yardım faaliyetleri nelerdir?
Bu soruya yanıt verilmedi.

Milli Eğitim Bakanlığı’na sorulan sorular

1) MEB’e bağlı devlet okulları haricinde, Türkiye’deki Suriyeli çocuklara eğitim vermek amacıyla özel kişiler tarafından kurulmuş olan ve kamuoyunda “özel Suriye okulları” olarak bilinen özel eğitim kurumları kaç tanedir? Bu kurumların finansmanı kimler tarafından sağlanmaktadır? Faaliyet gösterdikleri illere ve mevcut öğrenci sayısına göre bu okulların dağılımı nasıldır? Bu özel okullardaki Arapça eğitim müfredatı, MEB tarafından denetlenmekte midir? Bu özel okullardan mezun olan çocuklar, Türkiye’de üniversite sınavına girebilmekte midir, yani diplomaları MEB ve ÖSYM tarafından kabul etmekte midir?
Yanıt: 18.04.2016. 1) Bakanlığımızın resmi ve özel devlet okullarının yanında sadece Suriyeli öğrencilere yönelik özel bir program ile eğitim öğretim faaliyeti sürdürdüğü, kamuoyunda Suriye okulları diye bilenen yerler aslında Bakanlığımızca geçici eğitim merkezi olarak tanımlanmaktadır.  Söz konusu merkezler ile ilgili detaylı istatistik bilgileri edinmek için Bakanlığımız Strateji Geliştirme Başkanlığı'na resmi olarak başvuru yapılması gerekmektedir. Bakanlığımıza ait her türlü istatistik bilgi Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından paylaşılmaktadır.
2) MEB’e bağlı devlet okullarına kayıt yaptırdığı halde, herhangi bir sebeple okuldan ayrılıp eğitimini yarım bırakan Suriyeli çocukların ayrılış gerekçeleri hakkında bakanlığınızda herhangi bir bilgi veya kayıt var mıdır?
Yanıt: 2) Yukarıda yer alan bilgi talebi için de Strateji Geliştirme Başkanlığı'na resmi olarak başvurulması gerekmektedir.
3) Suriyeli çocukların Türk sınıf arkadaşlarıyla uyumsuzluk problemi yaşamaması ve Türk öğrencilerin de Suriyeli çocuklara ayrımcı veya dışlayıcı biçimde yaklaşmamasını sağlamak amacıyla, her iki taraf için de özel bir rehberlik ve rehabilitasyon programı uygulanmakta mıdır?
Yanıt: 3) Bakanlığımız bu konu ile ilgili rehber öğretmenlerimize yönelik olarak hizmet içi eğitimler düzenlemektedir. Ayrıca Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bu alanda çalışmalar yürütmektedir. Önümüzdeki dönemde de Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğümüzün de öğretmenlerimize yönelik özel programlar geliştirmesi planlanmaktadır.
4) Türkiye’de daha fazla Suriyeli çocuğa eğitim imkânı sunmak amacıyla MEB ve UNICEF tarafından ortaklaşa planlanan ve hayata geçirilen somut projeler nelerdir? Bu kapsamda eylem planı hazırlanan projelerde, Türkiye’nin hangi illerinde hangi aşamaya gelinmiş durumdadır?
Yanıt: 4) *Yeni eğitim ortamları oluşturulması ve mevcut eğitim ortamlarının desteklenmesi,
*Türk ve Suriyeli öğretmenleri desteklemeye yönelik çalışmalar,
*İzleme, değerlendirme ve belgelendirme alanında yürütülen çalışmalar,
*Bakanlığımızın kurumsal kapasitesini geliştirmeye yönelik olarak yürütülen çalışmalarda UNICEF Türkiye ile işbirliği içerisinde çalışmalar yürütülmektedir. Eylem planları dinamik olarak hazırlanmakta ve revize edilmektedir. Söz konusu çalışmalar komuoyu ile paylaşılmamakta, Bakanlığımız ve ilgili kurum ve kuruluşların çalışmalarına rehberlik etmektedir.
5) MEB ile Uluslararası Mavi Hilal Vakfı arasında yapılan bir işbirliği anlaşması kapsamında, MEB’in Kilis’te 7, Antep’te 8 okulu Mavi Hilal’e devrettiği doğru mudur? Eğer doğru ise, bu okullardaki eğitim öğretim uygulamaları ve okulların finansal işleyişi (gelir-gider durumu), MEB tarafından denetlenmekte midir? Buna benzer biçimde, Suriyeli çocuklara eğitim verilmesi amacıyla MEB’e bağlı devlet okullarının tüm faaliyetlerinin ulusal veya uluslararası STK’lara devredilmesinin başka örnekleri var mıdır?
Yanıt: 5) Bu bilgi doğru değildir. Bakanlığımız tarafından oluşturulan geçici eğitim merkezlerinin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla Mavi Hilal ve birçok benzer sivil toplum kuruluşu ile Valiliklerimizin onayı ile işbirliği anlaşmaları imzalanmaktadır. Bu kapsamda Gaziantep ilinde Mavi Hilal tarafından desteklenen geçici eğitim merkezi bulunmamaktadır. Kilis'te ise yukarıda açıklanan prensipler doğrultusunda ortak çalışmalar yürütülmektedir. Benzer şekilde geçici eğitim merkezleri bulunan illerimizde Valiliklerimizin onayı ile onlarca ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşu yürütülen faaliyetlere destek olabilmektedir.
6) Türkiye’de çalışma izni hakkı tanınan Suriyeli yetişkinlere devlet tarafından Türkçe öğretilmesi yönünde Milli Eğitim Bakanlığı’nın herhangi bir hazırlığı var mıdır? Yetişkin Suriyelilerin hem iş hayatına hem de topluma daha kolay uyum sağlamalarına yardımcı olmak amacıyla, MEB ve Çalışma Bakanlığı tarafından ortak yürütülen bir dil eğitimi ve sosyal uyum projesi var mıdır?
Yanıt: 6) Bakanlığımız, halk eğitimi merkezleri üzerinden her yaştaki Suriyeliye "Yabancılar Türkçe Öğretimi" kursları açmaktadır. Bu kurslara bugüne kadar on binlerce Suriyeli katılmıştır. Ayrıca İŞKUR Genel Müdürlüğünün Bakanlığımız ile işbirliği içerisinde yürüttüğü mesleki eğitim kurslarına da mevcut ihtiyaçtan dolayı Türkçe öğretimi programları eklenmektedir.




25 Nisan 2016 Pazartesi

Alman medya tarihinde “Yalancı Basın” kavramı: “Lügenpresse”


Almanca’da “lügen” yalan söylemek anlamına geliyor. “Lügenpresse” ya da “Yalancı Basın” ise, yakın tarihteki tüm çatışmalı dönemler boyunca Alman medyasında farklı gruplar tarafından ama hep aynı amaç için kullanılagelmiş popüler bir kavram. 

Almanya’da basın özgürlüğüne ve eleştirel görüşlerin dile getirilmesine tahammül edemeyen çevreler, kendi pozisyonlarını güçlendirmek için çatışma ortamını körüklemeye ihtiyaç duyduklarında genellikle başvurdukları ilk yol, karşı cephedekileri yalancılıkla suçlamak oldu. Bir medya kurumunu itibarsızlaştırmak ya da açıkça iftira atıp karalamak isteyen hemen her gazeteci ya da siyasetçi, hedefindekileri bu sıfatla itham edegeldi.

“Yalancı Basın” kavramını ilk kullanan grup, 1848 burjuva devrimlerinin Almanya’da estirdiği özgürlük dalgasıyla yayın hayatına başlayan liberal demokrat gazeteleri hedef tahtasına yerleştiren muhafazakâr Katolikler oldu. Ardından, 1. Dünya Savaşı döneminde Alman hükümeti ve milliyetçi Alman medyası, düşman ülkelerdeki tüm gazeteleri yine bu isimle andı. Nazi döneminin propaganda sorumluları da Yahudilerin, komünistlerin, sosyal demokratların ve tüm savaş karşıtlarının yayın organlarını itibarsızlaştırmak için bu deyimi kullandı. Bu kavramın Nazi propagandası içerisinde kullanımı o kadar yaygınlaştı ki, 1938 yılında okullarda “Almanya ve Avrupa’nın Yalancı Basını” konusu, çocuklara kompozisyon ödevi olarak veriliyordu.

İlginçtir, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra solcular da “Lügenpresse” kavramını kullanmaya başladılar. Örneğin, 1945’te yayın hayatına başlayan sol eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesi kendi çizgisini tarif ederken, “muhafazakâr yalancı basının tam karşı cephesindeyiz” ifadesini kullandı.

1968 öğrenci olayları sırasında solcular, muhafazakâr çizgideki Axel Springer grubuna ait yayın organlarını “yalancı basın” olarak adlandırdılar. Doğu Almanya hükümeti ise, Soğuk Savaş boyunca Batı Almanya’daki tüm medya kurumlarını “kapitalist yalancı basın “diye adlandırdı.

İki binli yıllarda ise kavram tekrar ilk sahiplerine geri döndü; özellikle yabancı düşmanlığı ve İslamofobi politikası güden aşırı sağcı ve sağ popülist çevreler bu ithamı sahiplenip kullanır oldular. Başta Pegida hareketi ve AfD (Almanya için Alternatif) partisi gibi aşırı sağcı popülist gruplar, toplantılarını izlemek için gelen ana akım medya gazetecilerine saldırırken “Yalancı basın, kapa çeneni! / Lügenpresse halt die Fresse!” diye sloganlar attılar.
Neredeyse kendilerinden başka herkesi yalancılıkla suçlayan Pegida üyeleri, pişkinlikte bir adım daha ileri gidip kendi komplo teorilerine kanıt üretmek için, hiç hazzetmedikleri Der Spiegel dergisinin çeşitli haberlerini Photoshop’la değiştirip bambaşka başlıklar ekleyerek sosyal medyada dolaşıma sokmaktan da çekinmediler.

Kısacası, “Yalancı Basın” tartışması bugün de Alman medya gündeminde belirleyici bir rol oynamaya devam ediyor…





11 Nisan 2016 Pazartesi

1962’de Spiegel editörünün tutuklanması ve kamuoyu tepkisi


Türkiye’de bugün Can Dündar ve Erdem Gül’ün başına gelen “devlet sırrını ifşa etme” suçlamasının çok benzeri, bundan 54 yıl önce Alman Der Spiegel dergisinin kurucu editörü Rudolf Augstein’ın da başına gelmişti. Gazeteci Augstein ile savunma bakanı Franz Josef Strauss arasında karşılıklı suçlamalarla gelişen olay, aslında Alman demokrasinin dönüm noktalarından biri olarak medya tarihinde yerini alacaktı.

Olayın başlangıç noktası, 1961 yılında Augstein’ın savunma bakanını rüşvet almakla ve askeri tesis ihalelerinde yolsuzluk yapmakla suçlamasıydı. Bu iddia üzerine Alman hükümeti bir meclis araştırması başlatır, fakat Strauss aleyhine herhangi bir kanıta ulaşılamaz. Bir yıl sonra Spiegel’de çıkan bir makale, o günlerde yapılan bir NATO tatbikatını haber yapar ve bir NATO komutanını kaynak göstererek, Alman ordusunun savunma gücünün yetersiz olduğunu iddia eder. Savunma Bakanlığı, haberdeki bazı bilgilerin “devlet sırrı” olduğunu söyleyince, 26 Ekim 1962’de Spiegel’in ofisine ve gazetecilerin evlerine polis baskınları düzenlenir. Makalenin yazarı Conrad Ahlers ise tatil yaptığı İspanya’da otel odasını basan polisler tarafından gözaltına alınır. Derginin Hamburg ofisinde, Augstein ve derginin diğer yöneticileri apar topar tutuklanır, yazı işleri ofisi dört hafta boyunca polis işgalinde kalır, binlerce belgeye el konur.

Savunma bakanı Strauss mecliste yaptığı bir konuşmada, gazetecilerin tutuklanmasında parmağı olduğunu önce inkâr eder. Başbakan Konrad Adenauer de bakanını destekler ve olayın “büyük bir vatana ihanet vakası” olduğunu söyler.

Fakat beklenmedik bir gelişme olur ve gazetecilerin tutuklanması Almanya tarihinde ilk defa ülke genelinde büyük protestolara ve sokak gösterilerine yol açar. Oluşan kamuoyu baskısı sonucunda Strauss, gazetecilerin gözaltına alınması için bizzat talimat verdiğini itiraf etmek zorunda kalır. Strauss’un mecliste yalan söylediği ortaya çıkınca, koalisyon hükümetindeki beş bakan istifa ederek Başbakan Konrad Adenauer’i Strauss’u görevden almaya zorlar. Siyaseten sağ çizgide olan medya kurumları bile Spiegel’le dayanışma kampanyası başlatarak, hükümeti hukukun dışına çıktığı için eleştirir.

Hem kendi hükümetinden hem de kamuoyundan gelen baskı sonucunda, “devletin imkânlarını kullanarak eleştirel basına baskı uygulama” suçlamasıyla karşı karşıya kaldığını gören Adenauer, önce polisleri dergi ofisinden çeker, sonra da Strauss’u görevden alır. Augstein ise 103 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılır. Nihayet dava Alman Anayasa Mahkemesi’ne taşınır ve yüksek mahkeme Almanya’da bundan sonraki basın özgürlüğünün temellerini oluşturacak nitelikte tarihsel bir karar verir: Gazetecilerin kişisel özgürlüklerinin ihlal edildiğinin altını çizerek, aleyhlerindeki davanın düşürülmesine hükmeder. 

Medya tarihine “Spiegel vakası” olarak geçen bu olayın asıl önemi, ülke genelinde yol açtığı büyük sokak gösterileri, protestolar ve kamuoyu baskısı sayesinde, savaş sonrasındaki Alman siyasi kültürünü köklü biçimde değiştirmesinde yatar. Bu olay Almanya’da otoriter devlete itaat kültürünün sona ermesi ve modern anlamda demokrasiye geçişin dönüm noktası kabul edilir.


5 Nisan 2016 Salı

Yunanistan’ın yeni iltica yasasının getirdiği değişiklikler




AB-Türkiye mülteci anlaşmasının uygulanmasına “hukuki zemin” oluşturmak amacıyla Yunan parlamentosunda 1 Nisan 2016 akşamı kabul edilen yeni yasa, Yunan adalarındaki göçmenler içerisinde kimlere hangi çerçevede “uluslararası koruma” statüsünün verilebileceğini düzenliyor.

Eğer bir göçmen Yunanistan’da iltica başvurusu yaparsa:
Yasasının yürürlüğe girdiği 3 Nisan’dan itibaren yapılan tüm yeni başvurular, 7 gün içerisinde incelenip değerlendirilecek.
İstisnai durumlarda, iltica başvurusunun ilk kayıt işlemi, polisler veya askerler tarafından yapılabilir.

Bir başvuru olumsuz bulunup reddedildiğinde, eğer göçmen bu sonuca itiraz ederse, yeni oluşturulacak Temyiz Komiteleri 7 gün içerisinde itirazı değerlendirecek ve nihai kararı verecek.

Temyiz değerlendirmesi, başvuru sahibi göçmenin hazır bulunmasına gerek olmadan, sadece dosya üzerinden yapılacak. Başvuru sahibinin mülakata çağrılıp çağrılmayacağına Temyiz Kurulu karar verecek. Buna rağmen, temyiz değerlendirmesinin başlamasından iki gün önce, başvuru sahibinin mülakata çağrılmayı talep etme hakkı saklıdır.

Bir yetişkinin refakatinde olmayan çocuklar ve durumu özel hassasiyet taşıyan başvuru sahipleri (örneğin işkence, tecavüz veya diğer ciddi psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet kurbanları, deniz kazası gibi travmatik olaylardan kurtulmuş kişiler), bu yasada belirtilen “hızlandırılmış değerlendirme” sürecinin dışında tutulacaktır.

Bu yasanın yürürlüğe girmesinden 5 yıl öncesi ve 15 yıl öncesi arasında kalan dönemde iltica başvurusu yaptığı halde, durumu hala nihai karara bağlanmamış olan başvuru sahiplerine insani gerekçelerle 2 yıllık oturma izni verilecektir.

Şu anda Yunan adalarında “hotspot” denilen gözaltı merkezlerinde bulunan göçmenler:
Kimlik belirleme işleminizin yapılması amacıyla, hotspot’un idarecisi veya komutanının kararıyla, üç gün boyunca bu merkezde tutulabilirsiniz.

Eğer kimlik belirleme işleminiz üç günde tamamlanmazsa, gözaltı süreniz 25 güne kadar uzatılabilir.
Hotspot’un bulunduğu bölgedeki bir idare mahkemesine başvurarak, gözaltı sürenizin uzatılmasına itiraz etme hakkınız saklıdır.

Yunan adalarına yeni ulaşmış bir sığınmacı gözaltına alınabilir (pratikte, adaya yeni ayak basan her “düzensiz göçmen” istisnasız hemen gözaltına alınıyor – M.C.).
İltica başvurusu yapmış bir sığınmacının gözaltına tutulmaya devam etmesi, ancak aşağıda belirtilen istisnai durumlarda, her bir başvurusu sahibinin durumu bireysel olarak incelendikten sonra ve ancak başka alternatif bir önlem alınamadığında mümkün olabilecektir.

İstisnai durumlar: Kimliğinizin ya da menşei ülkenizin belirlenmesinde sıkıntı yaşanırsa, gözaltına tutulmaya devam edebilirsiniz. Yetkililer sizin Türkiye’ye ya da asıl memleketinize geri gönderilmeden önce kaçma riskiniz olduğunu düşünürse; sadece geri gönderilme kararını engellemek amacıyla iltica başvurusu yaptığınıza dair makul şüphe varsa; veya ulusal güvenlik için bir tehdit oluşturduğunuz düşünülüyorsa, iltica başvurusu yapsanız bile gözaltında tutulmaya devam edebilirsiniz.
Sığınmacılar 45 güne kadar gözaltında tutulabilir, ama bu süre ilave bir 45 gün daha uzatılabilir.
Gözaltına alınan sığınmacıların idare mahkemesine başvurarak, gözaltı kararına itiraz etme hakkı vardır (pratikte hiçbir anlamı olmayan bir hak bu – M.C.).

Yeni yasayla kurulması öngörülen Sosyal Entegrasyon Hizmet Birimi isimli yeni bir devlet kurumu da, iltica başvurusu kabul edilen sığınmacılara yardımcı olmak, ikincil koruma statüsündekilerin ve insani sebeplerle oturma izni verilenlerin de çalışma izni hakkından yararlanmasını koordine etmek gibi işlerle bakacak.


Yunanistan'daki Durum Hakkında Ek Bilgiler:
5 Nisan 2016 itibariyle Yunanistan’da sıkışıp kalmış (diğer Avrupa ülkelerine gitmek istediği halde gidemeyen) toplam 52.352 sığınmacı ve göçmen bulunuyor. Bunların 3.149’u Midilli adasında, 1.776’sı da Sakız adasında, 4.761’i Atina’da Pire limanındaki çadırlar ve limanın yolcu bekleme salonlarında ve 11.280’i Makedonya sınırındaki İdomeni kampında bulunuyor.
Geriye kalan yaklaşık 30 bin kişi ise, Atina’da şehir merkezinin biraz dışındaki üç resmi kampta (Eleonas, Elliniko ve Schisto kampları) ve ülkelerin çeşitli yerlerine dağılmış halde yaşıyor.


(Kuşkusuz, Atina şehir merkezindeki Victoria ve Omonia semtlerindeki ucuz otel ve pansiyonlarda da çok sayıda “düzensiz göçmen” kalıyor. Özellikle bugün Atina’daki Victoria semtinin durumunu İzmir’in Basmane semtindeki duruma benzetmek mümkün. – M.C.)


                                                                                                                                   

30 Ocak 2016 Cumartesi

“Ankara AB’den istediği parayı 3 milyardan 5 milyara yükseltti” iddiası



Alman Die Welt gazetesinin AB diplomatlarından edindiği duyumlara göre, mülteci krizi konusunda AB ile yürütülen son görüşmeler sırasında Türkiye AB’den istediği parayı 3 milyar Euro’dan 5 milyar Euro’ya yükseltti.

Görüşmelerde ortaya çıkan başka bir zorluk da, gelecek paranın nereye ve nasıl harcanacağı konusunda Türkiye’nin şu ana kadar öngörülenden daha fazla belirleyici olmak istemesi.
AB’li diplomatların aktardığına göre, Türk hükümetinin kabul etmekte zorlandığı bir nokta var: “Bu para tek seferde değil zamana yayılmış biçimde ve projeler bazında ödenecek. Paranın nereye ne kadar harcanacağının şeffaf biçimde projelendirilmesi ve belgelenmesi gerekiyor.”

AB’nin Türkiye’den beklentisi, örneğin mülteci çocuklara okul yapılması gibi, somut projeler hazırlanması. Brüksel harcamaları sıkı biçimde kontrol etmek ve örneğin paranın büyük kısmının Türkiye’deki inşaat sektörünün karanlık dehlizlerinde kaybolup gitmesini önlemek istiyor.


Haberin Almanca orijinali burada.