Bir gruba gaz vererek, aralarında sürekli ve heyecanlı bir aidiyet çerçevesi tanımlamanın en kolay yollarından biri de, onlara kolayca alt edebilecekleri bir düşman göstermektir...
İşte bu nedenle, ister çalışırken olsun ister eğlenirken, "bizim gibi davran(a)mayanları ve bizim gibi ol(a)mayanları” önce dışlamakla başlayıp sonra da onlardan nefret etmeye kadar uzanabilen hikayeler, sık sık vizyona giriyor gündelik hayatta...
Kaçınılmaz rekabetlerden her yorgun düştüğünde, önce ruhunu sonra da vücudunu dinlendirmek ve "yoksunluklarına" çözüm bulmak isteyen her insan, "tanıdık ve risksiz" olduğuna inandığı aidiyet duraklarına sığınır haliyle: Ama ağır eşitsizliklerin sürdürülmesi üzerine kurulu bir düzenin sarp duvarlarına çarparak yaşayan bizler, bu kez kendi aramızda bir tür "yatay şiddet ve yapay seleksiyon" mekanizmasını işletmeye başlarız: Gündelik hayatımızın önemli bir bölümünde, kendi meşrebimizce, gücümüzün yettiğine ayrımcılık uygularız!..
Oysa gündelik hayat içerisinde birisinden bizim gibi davranmasını beklemek ya da "kendisini" bizim dilimize tercüme etmesini istemek, "fiziksel olmayan, sessiz şiddet"in ve hoyratlığın dikalasıdır.
Bazı ortak hoyratlıklar davranışlarla değil, sessiz tercihlerle sergilenir ki, sonradan ağızdan ağıza dolaşıp ortak bilinçaltında birikerek önyargıları oluştururlar... Neredeyse organize hale gelmiş, yazılı olmayan yasalar gibi olağan kabul edilmiş bir bakış açısı var:
Böylesine "sessiz şiddet"leri umursamazlık ve göstermelik şikayetler yoluyla geçiştirerek, aslında doğal karşılamak.
Tamam, sistem, doğası gereği, adaletsizlikler ve eşitsizlikler yaratmak zorunda, ama gündelik ilişkiler de bu kadar hoyratça yaşanmak zorunda değil...
"Toplumca onayladığımız şiddet türleri"ni sıralamaktan daha önemlisi, "tanımayı" reddettiğimiz insanlara / gruplara sessizce hayatı dar etme alışkanlığımızı masaya yatırmak galiba...
Karşındakinin haklarını tanımamakta ve kayıtsızlıkta ısrar etmek, zamanı gelince şiddete zemin hazırlayacak bir yolu "bizim çocuklara" olağan ve meşru gösterebilmeye yarıyor çünkü...
Şiddetten uzak durmaktan değil, ona karşı mücadele etmekten bahsediyorsak eğer, "mevcut egemenlik ilişkilerinin tekrarlanmasına bir de ben hizmet etmek istemiyorum" demek, iyi bir başlangıç noktası olabilir mesela...
"Bizim gibi olanlarla paylaştığımız dayanışma sığınaklarını fazla önemsemek" ve "sistemin dayattığı eşitsizlikler karşısında kendimizi fazla değersiz bulmak" arasında gidip gelen çelişkili ruh halleri içerisinde yaşıyoruz, ama bir yandan da, aidiyet çerçevemiz dışındakileri, kendi yoksunluklarını yüksek sesle dile getirdikleri için hoyratça yargılıyoruz... Bize benzemeyenleri, bizim gibi düşün(e)meyenleri linç etmeye hazır bekliyoruz:
Dışlanmışlık ve yoksunluk duygusunun yarattığı sıkıntıya karşı kendi meşrebimizce adalet inşa etmek çabası, yatay şiddetin temel sebeplerinden birisi, şehir kovboylarının da biricik eğlencesi...
Muhabbet etmekle linç etmek, birinden diğerine atlaması çok kolay teğet düzlemlerde yaşanıyor bu ülkede: Etkileşim ve eğlence, rahatça şiddet doğurmaya evrilebiliyor...
Kim bilir, belki de kendimizle ilgili ısrar ettiğimiz bir şey yanlış... Ve her türlü kör ısrar, yine kolayca "fiziksel olmayan şiddet"e dönüşebiliyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder