Wittgenstein'ın birinci dönem felsefesine göre, dil gerçekliğin resmidir, anlam ise bu resmin kendisidir. Ama Tractacus’dan sonraki ikinci dönem düşüncesinde en temel değişme, dili kavrayışında ve bu çerçevede "anlam"ı anlayışında olur...
İkinci dönemi başlatan ise “Felsefe Araştırmaları” isimli kitabıdır. Wittgenstein artık “Sözcüğün anlamı, onun kullanımı tarafından belirlenir” demektedir; günlük dili esas alarak "dil oyunu”, "uzlaşmalar" ve “yaşam tarzları”gibi kavramları öne çıkartır. Artık dil ile gerçeklik arasında bir uyum aramaz; tersine böyle bir şeyi metafizik olarak niteler.
Wittgenstein, adın taşıyıcısı nesne ile adın gösterdiği resim arasında kesin bir ayrım yapar: Adın taşıyıcısı yok olabilir, ama ad bir şey gösterme özelliğini yitirmez. Örneğin Sokrates öldüğünde "Sokrates" adı gösterimsiz, anlamsız bir sözcük olmaz. “Sözün gösterimini ve anlamını onun kullanımında aramalıdır" der... Böylece, “bir sözü anlamak" da "onun nasıl kullanıldığını bilmek, onu uygulayabilmek" haline gelir: Bunun anlamı da sözü “oyunun kurallarına” göre kullanabilmektir...
Cümlenin kendisi bir alet olarak, kullanılan bir şey olarak görülür; anlamı da onun gördüğü iştir, yani kullanımıdır... Sözcüklere “kullanım değeri” ve mesaj değeri” açısından bakıldığında ise, kullanım, mesajın kendisi haline gelir ve sözcük eşyalaşır!
"İşaret", "söz", "cümle" diye adlandırdığımız bu “dil oyuncaklarının” sayısız kullanım türleri olduğundan, bir "anlam"ı kavramak, onunla ilgili kullanım tekniklerine hakim olmak demektir.
Bir cümleyi anlamak, bazen onu bir el kol hareketine çevirmekle olur. Bildik mimiklerden süzülmüş yeni bir dil yaratmak yolunda, bazen de bir el kol hareketi bir cümleye aktarılır: "Çince cümleleri nasıl anlamıyorsak, çinlilerin el kol hareketlerini de öyle anlamayız", çünkü bu el kol hareketleri de, tıpkı sözler gibi uzlaşıma dayalı hareketlerdir ve bir anlamları vardır. Biz o uzlaşımı bilmediğimiz için -tıpkı Çince'yi bilmediğimiz gibi- hareketleri anlamayız, kendimiz kullanamayız...
Yaşama biçimleri uzlaşmalara dayanır ve "dil oyunları" ile dile gelir. Uzlaşımı bilmeyen, bu "oyun"a katılamaz. Belirli bir dilde bulunan dil oyunları, bu oyunu oynayanların, bu dili konuşanların, oyun içindeki özgün yaşam biçimlerini gösterir. Modern bir dildeki “dil oyunları”, onun yapıtaşları değil, her biri kendi içinde kapalı ilkel dillerdir.
Wittgenstein'a göre, "Dil, yolların bir labirentidir. Bir yönden gelirsin ve kendini tastamam bilirsin; aynı yere doğru başka bir yönden gelirsin ve yolunu şaşırırsın"...
Belki de işte bu yüzden, herkes anlayabildiği ve anlatabildiği kadar yaşar...:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder