“Bu ülkede tasarım kültürü yok” diyen tasarımcıları anlayamıyorum... Ayaklarını yere sağlam basarak üzerinde yükseleceği zeminler yeni yeni olgunlaştığı için, yavaştan ve derinden de olsa, tasarım kültürü bu ülkede de gelişmekte olan bir şey...
Belki de, bir tasarıma müşteri yaratmak nereye kadar tasarımcının ödevidir, önce bunu düşünmekte ve bir yaratıcı fikrin sanattan sanayiye transfer olma aşamalarına bakmakta fayda var...
Tasarım kültürünün üzerinde yükseleceği zeminlerden ilk akla geleni, “endüstrileşme bilinci” galiba... Çünkü “bakınca ilginç gelen” bir obje ya da hizmeti üç beş tane zenginin birbirine hava attığı bir nesne olmaktan çıkarıp piyasada dolaşıma sokarak, binlerce insan tarafından satın alınabilir “arzu nesneleri” hale getirmek için, en azından, seri üretim - dağıtım - pazarlama üçgenine sermaye koyacak birileri gerekiyor öncelikle...
Bir sanat yapıtının bir “ürün”e dönüşmesi meselesine cidden kafa yormak isteyenlere, Walter Benjamin’in bundan yetmiş küsur yıl önce yazdığı “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Yapıtı” makalesiyle işe başlamalarını öneriyorum: Onun “algılama biçimlerinin değişmesi” üzerine anlattıklarını, örneğin yıllar sonra, piyasanın dayatmasına refleks olarak bir ahlaki sorumluluk bilinci geliştirmek isteyen tasarımcıların “First Things First 1964 - 2000” manifestolarıyla karşılaştırarak yeniden düşünelim...
Bence, yaşam kalitesi ve tasarım kültürü arasındaki “karşılıklı istek yaratma ve birbirini yok etme ilişkisi”, biraz “huzur ve entropi ilişkisi”ne benziyor galiba: Her şeyden önce, mesafeli tutkulara sahip olmayı gerektiriyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder