13 Kasım 2006 Pazartesi

Tek tekçi meyhaneleri...

Eski Pano
Kimilerinin "koltuk meyhanesi" diye de bildiği ve sayıları hızla azalan alkol yükleme istasyonlarıydı "tek tekçi meyhaneleri": Oturma teşkilatının pek olmadığı, birahane tezgahı gibi şeylere dirseğini (koltuğunu) yaslayıp ayakta takılarak, bir iki tek atıp işine gücüne geri döndüğün yerlerdi...

Şimdilerde Galatasaray'da Pano Şarapevi denilen yer mesela, 1994 Temmuzu'nda kapanmadan önce, yine Pano adıyla bilinen böyle bir meyhaneydi... İçeri girdiğinde, eski bir gazetenin yarım sayfasını yırtarak, bir su bardağıyla birlikte önüne koyarlar, böylece sana "servis açmış" olurlardı...

En çarpıcı özellikleri 24 saat açık olmalarıydı. Sabahın altı buçuğu gibi absürd bir saatte açık tekel bayisi aramak gibi ihtiyaçlara karşı bire bir ilaç mekanlardı...

Müşterilerinin çoğu erkekti tabii, ama tek tük de olsa 40 - 50 yaş üzeri kadınlara da rastlanırdı... Mesela Pano'daki müdavim bir teyze, "Evladım, biliyor musun, ben falanca şairin / filanca yönetmenin eski sevgilisiyim" diyerek sana her gün başka bir hikaye anlatır, bu muhabbetin karşılığında da kendisine bir içki ısmarlamanı beklerdi...

Bir de Tünel'den aşağı inen Yüksekkaldırım'da, hem de caminin karşısında, öyle bir yer vardı ki, "Özgün Mekan Tasarım Nobeli" gibi bir ödülü hak ederdi kesinlikle: İlk bakışta, marangozların ve pulcuların arasına sıkışmış sıradan küçük bir dükkan gibi görünürdü... Camında "fotokopi çekilir" yazan bir levha asılıydı (içeride gerçekten de bir fotokopi makinesi vardı). Ama dükkanın vitrin tezgahında bir tepsi içinde taze hamsi dururdu (en son 1999'da gittiğimde, camidekiler koku yüzünden izin vermediği için, hamsi tava yerini çiğ köfteli dürüme bırakmıştı gerçi)...
Eğer dükkanın sahibiyle muhabbetin varsa, on metrekarelik bu ön bölmeyi geçip, kilimden bir perdeyle gizlenmiş arka bölmeye geçtiğinde ise, duvara asılmış bir John Wayne posteriyle hemen yanında ceylan resimli başka bir kilim ve yerde küçük plastik beyaz tabureler karşılardı seni...
Akşamları siyahlar giymiş yaşlı rum kadınları gelir, tek hoparlörlü bir kasetçalardan Müzeyyen Senar dinleyip çay bardağıyla rakı içerek şarkı söylerlerdi...

Tabii ki Küçükparmakkapı Sokak'taki Aspava'yı da anmak gerekiyor... Genelde arızalı işsizlerin, geveze emeklilerin ve bira düşkünü çapulcu kabadayı adaylarının takıldığı bu mekanda, sabahın kör bir saatinde bol soğanlı köfte, acılı patates salatası ve bir küçük rakıyı, iki paket Camel parasına içmek mümkündü bundan sekiz dokuz yıl önce... Akşamları Vahan Amca uğrardı mutlaka; duble rakı, şişe bira ve kavundan oluşan fiks mönüsüne davet ederdi her tanıdığını...

Bilerek seçilmiş bir yalnızlığın hem taşıyıcısı hem de sebebi olan alkol yeterince yüklendiğinde, herkes istasyondan ayrılır, evine doğru yalpalayarak süzülürdü... Kimileri de ev yolunda yürürken pusudaki gaspçı çakallara kurban olurdu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder